30 Nisan 2013

Sorgu sual

Çoğu zaman daha rahat, huzurlu bir insan olmaya özenmişimdir. "Yay"ların aksine sürekli içimde ya yetişmezse, ya olmazsa, ya aksi giderse endişesi var... Sürekli bir telaş ya da faaliyet halindeyim. Kendi yükümden kendim yoruldum.

Bu blog mudur bunları yazma yeri, değil. Ama birincisi canım yazmak istiyor eni konu. Teşhis ettim ya sorunu, üzerine gidiyorum. İkincisi başka yere yazarsam onu da kendime "proje" haline getiririm diye burada yazıyorum. İnsan kendini 30'undan sonra tanımaya başlar; 40'ında oturturmuş ya herşeyi yerli yerine. Ben 36'da tanımaya başladım. Yaşlanmadan bir durak önce oturacak ben de olaylar demek ki...

Eskiden çok komik gelirdi facebookta, orada burada beylik lafları beğenenler. şimdi baktım da ben facebookta gördüğümü blogda paylaşmışım... Kendime yeni mottolar mı bulmaya çalışıyorum nedir, başka ortamlarda da hiç alışkanlığım olmadığı halde uzun cümleler kurmuşum...

Üzerime yük almayı, uğraşmayı hep sevdim aslında. Daha çok iş beni daha mutlu ediyor, gün sonunda. Ama sorgular oldum bunu artık. Hatta danışıyorum güvenebileceğim insanlara, vazgeçebilir miyim acaba diye.

Biraz daha huzurlu bir insan olsam mesela, şunları yazarken aynı anda gelen mailerimi cevaplamaya çalışmasam, diğer dosyaları açıp kapamasam ne güzel olur. Eve gittiğimde aynı anda on işi birden yapmaya çalışmasam; bıraksam bir sonraki güne bazılarını... Yayılabilsem öylesine, boşboş...

Yaşlılığımı düşünüyorum bazen; kimbilir neleri dert edineceğim kendime. Kimbilir uğraşacak neleri bulacağım gece gündüz. Demir'in başına ekşimesem bari sık sık. Benden köşe bucak kaçan bir oğlum olsun istemem. Belki de çare iki evli bir yaşam olur bana. Yazın İzmir mesela, kışın İstanbul'da. Klasik bir Türk yaşlısı olurum; yazın kışa hazırlanan, kışın yaza...




26 Nisan 2013

ve evet...


15 Nisan 2013

Kaldığım yer...

Bu konuyu tekrar tekrar gündeme getirmemeye karar vermiştim aslında.
Ama öyle doğru bir tespit geldi ki yine; analiz konusunda uzman bir arkadaşımdan. Yazmadan geçemeyeceğim. Kendim için yani. Olur da birgün aklımdan çıkarsa; geriye dönüp baktığımda bana herşeyi anlatacak tespiti...

Kahvaltıdaydık. Sonlarına doğru gelmiştik. Konuştuk, konuştuk...

"Verdiğin kararla senin yapmaktan korktuğun buydu; böyle olacağını, karanlığı isteyeceğini biliyordun. Birkaç yıl önce ışığı sen kapatmıştın.Karanıkta yaşıyordunuz.
O hiç kıpırdamadı, konuşmadı, anlatmaya çalışmadı. Sen bambaşka yerdeydin, anlayamadın.
O karanlıktan sıkıldı, kalktı, çıktı. En kolayını yaptı.
Giderken aslında senin için de çok önemli birşey yaptı; ışığı açtı.
Sen artık bildiğim sen oldun. Eskisi gibisin. Sen gibi bakmaya, sen gibi konuşmaya başladın. Sen gibi yaşıyorsun ve davranıyorsun. Şimdi kaldığın yerden devam edeceksin..."


Bu dönemde kimsenin yanımda olmasını istemedim ben. Kimseyle paylaşmak istemedim. Doğru olanın bu olduğuna inanıyorum hala. Bütün bu aylar içinde isteseydim yanımda olacağını bildiğim insanlar yetti bana...

Şimdi, kaldığım yerden devam... 

11 Nisan 2013

Üniversitelere ders önerisi

Bence üniversitelerde kadınlara yönelik bir ders koymalılar.
İş hayatında gözyaşlarına hakim olma, kişisel dertlerini işe yansıtmama, baskı karşısında sinirden ses incelmesi ve buğulu bakışları önleme yöntmeleri.

Bir kadın olarak ben de çok zor zamanlar geçirdim. Sinirden delirdiğim anlar çok oldu. Bas bas bağırdığım da üzülüp büzüldüğüm de oldu. Ama gözyaşlarımı akıttığım çok enderdir.
Kadın-erkek eşit diye geziyorsak; onlar neredeyse biz orada olabiliriz diyorsak kadınca hislerimizi - silahlarımızı bu kadar ortaya dökmesek nasıl olur? İlla ki dökülecekse çaktırmadan yapılsa? Erkeklerin eline koz verilmese olmaz mı?

Git ağla tutamıyorsan, umrumda değil. Ben de ağlıyorum sinirden bazen. Ama kapat kendini bir toplantı odasına orada ağla istediğin kadar. Ortalıkta gözyaşları, selpaklar.... Ne gerek var?!

1 Nisan 2013

Sormadan...

Meşhur Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..


Hayranlarından biri sordu.. "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"

Arthur Ashe cevap verdi..

... "Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Neden ben?' derim?.

Mutluluk insanı hoş yapar. Başarı ışıl ışıl.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazi.




Unutmamak lazım...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails
 
Copyright 2009 mynameismelis