30 Ocak 2009

Zigon mu?!

Ya evde daha çok zaman geçirmeye başladık ya da yaşlandık (ya da her ikisi birden). Yıllarca gerekliliğini reddettiğim zigona galiba artık bizim de ihtiyacımız var. Fotoğraftakine bayıldım...

27 Ocak 2009

Sıkıcı bir yazı...

Bu aralar kızmamak, sinirlenmemek ve streslenmemek istiyorum. İstemekten öte böyle olması gerekiyor. Ben de elimden geleni yapıyorum. Ama elimden çok gelemiyor. Bir anda öyle bir olay oluyor ki sinirimi geçirmenin tek yolu gidip o kişinin kafasına bir güzel patlatmak. Ama o da olmuyor. Patlatamıyorum, hatta birşey bile söyleyemiyorum. Yaşına hürmeten. Başka birşeyden değil yani. Aynı yerde yıllar geçirince kimin ne olduğu gün gibi ortada oluyor. Hiçkimseyi sevmek zorunda değilim biliyorum. Ama saygı duymam gerek. Gerek de bunun için de saygı duyulası insanların olması gerek. Yoksa? Yok işte. Beni de sevmeleri gerekmiyor. Ama saygı duymaları gerek, en azından yaptığım işe ya da (artık bana çok anlamsız gelen) özverime. Ama o da yok.
E ne yapmak gerek? Profesyonellik gerek. Burası bir şirket. Onlar ister ben yaparım, ben isterim onlar yapar. İki taraftan biri yapmak istemiyorsa ne olur? İşte o zaman profesyonellik devreye girer, hesap kitap işleri ortaya çıkar. Onların hesabı ile benim hesabım uymazsa ne olur? Hesabımın uyacağı yer beni bulur, ben onları.
Bunları niye mi yazdım? Yine çok sinirlendim. Hesap kitap işleri yapmam lazım... Bir de sinirimi geçirmem.

Kobilerin Finans Beyi!

Televizyon reklamlarını her seferinde izledikten sonra “unutmamalıyım bunu yazmayı” dedikten sonra fırsat bulup da yazamadım bir türlü. Şimdi de dergi ilanını gördüm.

Niye iki at üzerindeki insanlar aynı renklerde paketlerin arasında dolaşıyor? Niye yürüyen insanlar atlardaki “kobi beylerine” eşlik ediyor. Kobi beyleri atlı hayata geçmiş de Türkiye Finans geriden mi takip ediyor? Kısacası benim için son derece itici ve anlamsız bir reklam.
Reklamcıları tecrübeli insanlar, ajanslar bilinen ajanslar. Demek ki müşteri enteresan.
Jingle sözlerini de yazmadan geçemeyeceğim:

Desteğini aldı geçti peh peh peh
Engelleri aştı geçti hey hey hey
Fırsatları kaptı geçti
Alan kim, satan kim, yapan kim, yayan kim
Kim kim kim kim
Kobilerin Mustafa Bey
Benim müşterim, Aslan müşterim

Bilmeyeni bilen yapar peh peh peh
Görmeyenin gözün açar hey hey hey
Rekabeti düzgün yapar
Ağan kim, paşan kim, hanım kim, bankan kim
Kim kim kim kim
Kobilerin finans beyi
Türkiye Finans...
Türkiye Finans...

Kobilerin finans beyi
Türkiye Finans...
Türkiye Finans...

14 Ocak 2009

Zalim Herpes!

Sahip olmayanlar bilmezler tabii. Umarım hiç öğrenmezler de. Ama ben ve benim gibi bir çok insan neler çeker bu zalim herpesten bilemezsiniz...
Herpes uçuk demek. Daha teknik olarak içi sıvı dolu vezikül de denebilir. Ama ben hiç teknik olmayan şekilde "tam bir baş belası" olarak tanımlayabilirim kendisini.
Vücudunuzun herhangi bir yerinde yer ediniyor kendisi. Genellikle dudak ve çevresinde olmakla birlikte yüzde de olabilir, parmakta da aklınıza gelen herhangi bir başka yerde de. Ve vücut direncinizin kırık olduğu anda atıyor kendini dışarıya. İlk gün dayanılmaz bir kaşıntı, ikinci gün kaşınan yerlerde kızarılık ve kabarcıklar ve üçüncü gün kabus başlıyor...Örneğin benim kabus bölgem çenem...
Yaklaşık 10 yıl önce kötü beslendiğim bir dönemde, stres anında çıkmıştı çenemde. Sonra her stresli dönemimde, üzgün anımda çenemde "merhaba" dedi dünyaya. Kaç doktora gittiysem, bunun çaresi pek yok, başında yakalayıp çıkmasına engel olmak gerekir dedi. Streslenme, iyi beslen vs vs... Ben de hep beslenmeyle paralel olduğunu düşünürdüm ama bu sefer sahip oldoğum, çenemde çıkan en büyük "dehşet uçuğum" bu tezimi çürüttü. Hayatımda en güzel beslendiğim dönemde, en kötü uçuk çeneme yerleşti. Üstelik bu sefer başka belalı arkadaşlarını da beraberinde getirdi... En az bir hafta kalırlar bende. Ben de "koca çeneli insan" olarak yaşarım bu dönemde!
Bu kadar kötü konuştuktan sonra müjdeli bir haberim var. Dün Yeditepe Üniv. Hastanesindeki Enfeksiyon Hastalıkları Uzm. doktor hanım, bana müjdeyi verdi. Bir tedeavi yöntemi varmış artık. Çok kuvvetli bir ilacı uzunca bir süre yüklüyorlarmış. Her hasta cevap vermiyormuş, ama en azından artık ümidim var... Herpes sahiplerine duyurulur...

3 Ocak 2009

Hayatımızı bu kadar hafife alamazlar...

7 gencecik insan öldü. Hem de büyük oranda ihmal yüzünden.
Yakasına kıravat takmaktan erinen, o ölen gencecik insanlar daha gömülmeden, ne olduğu, kimin hatası olduğu daha çözülmeden Cuma namazına gitmekten bahseden, kendi üzerine vazife olan işleri bir kenara itip çocukların üzeri çıplaktı diyebilecek kadar ne dediğinden bihaber biri çıkıp olayı değerlendiriyor.
Bu işler bu kadar basit olmamalı. Ortalıkta yüzlerce zehir gibi mühendis boş gezerken, daha olayları değerlendirmekten aciz, yaptığı işin öneminden habersiz, bilgisiz ve bilinçsiz insanlar o görevlerde olmamalı. İnsan hayatı bu ülkede bu kadar hafife alınmamalı...

Mekanları cennet olsun...

Televizyonda sabah işkencesi

Cuma günü evdeydim. Bir iş gününde evde olmanın büyük mutluluğunu yaşadım. Sabahtan yapmam gereken işleri bitirdim ve saat 11 sularında oturdum TV'nin karşısına. Aksilik ya, film kanallarındaki filmleri ya seyretmişim ya da hiç seyretmek istemeyeceğim filmler var. Açtım tematik kanalları, yine aynı durum; ya seyretmişim ya da hiç ilgimi çekmeyen konular. Kaldım ulusal veya yerel kanalların programlarına. Aslında biliyordum başıma gelecekleri ama bu kadarını gerçekten hayal dahi edememişim. Kadın programları vardı kanallarda ama ne programlar. Bir kere kadın programı olmanın ön koşulu programda birileri göbek atacak. Bu önemli görevi sunucu, program konuğu ya da davetliler ya da hepsi birden yapacak. Programlarda içerik yok. Program konuğunun özel yaşamı (ki dünkü programlada konuk Fatih Ürek, Arto ve ismini bilemediğim ancak aynı kategoriden başka insanlar), yeni albüm çalışmaları ve diğer meslektaşları hakkındaki düşünceleri, içeriği oluşturuyordu. Bir kaç yerel kanalda yemek tarifine de rastladım ki bu bence gerçekten çok daha faydalı bir konuydu...
Azap dolu bir saatin ardından düşündüm. 4 yıl gazetecilik, 2 yıl halkla ilişiler okudum. Türkiye'deki en iyi televizyonculardan, halkla ilişkilerin pirilerinden ders aldım. Televizyon kanallarında hem çok reyting alan hem hiç almayan programlarda, programcılara çalıştım. O zamanlar da da televizyon eğlence aracıdır derdik ama eğitim bu kadar geri planla değildi. En azından seçenek vardı, isterseniz Türkçe'yi doğru konuşan birilerini izleyebilir ya a bir konunun uzmanının görüşlerini öğrenebilirdiniz. Dün seyrettiğim programlarda gece kıyafeti ile sabah programı sunan sunucular kendilerini "uzman", "geliyom, hadee" gibi sözcükleri de normal sanıyorlardı.
Türkiye'deki ev kadınlarının çoğunun o saatlerde ekran başında olması çok normal. Ama o kadar kanalda bir tane mi elle tutulur birşey olmaz! O programcılar, sunucular yaptıkları programları kendi annelerinin, kardeşlerinin seyretmelerin isterler mi? Boş konuşmalardan, göbek atmaktan, çiftleri birbiriyle tanıştırmaktan, bağrış çağrış kavga eden insanları göstermekten ya da manevi sömürü yapan dramaları tüm gün yayınlamaktan daha fazla verebilecekleri hiçbirşey yok mu Türk kadınına? "Milletçe eğitimsiziz, gittikçe cahileşiyoruz" derken hiç m dönüp bakmazlar kendi programlarına?
Bu programlar da olmalı, evet, bunlara da ihtiyaç vardır elbette. Ama bu kadar yoğun değil. Bu kadar basit de olmamalı. Bence her geçen gün daha kötüye gitmemizin sebeplerinden biri de bu. Basitliğin topluma kanıksatılması...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails
 
Copyright 2009 mynameismelis