31 Aralık 2009

2010

Her yıl yeni bir süs asmak gerekmiş ağaca.
Yeni süs; yeni umutlar, mutluluklar, sevgiler getirsin diye herhalde.
2009 en büyük, en yeni, en değişik, tarifi zor sevgiyi verdi bize.
2010’un da sağlık, mutluluk, şans ve bol para getirmesini diliyorum hem bize hem tüm sevdiklerimize…


29 Aralık 2009

Reklamcı ve domates



Reklamcıların en sevdiği sebze domatestir.
Nokta.

28 Aralık 2009

Kırmızı oje

Yıllarca direndim İlkim’e kırmızı oje konusunda. Çok gereksiz ve frapan gelirdi bana. Her gün söylenirdim ona, silsin o iğrenç ojeyi diye. O zamanlar o genç “sigortacı” idi ben acar “muhabir”. O kırmızı ojelerini sürer, boynuna bir fular bağlar, tıkır tıkır giderdi işe. Ben kotumun üzerine geçirdiğim kazakla. O “hanım/bey” derdi herkese, ben “abla/abi”… Tamamen zıt işlerimiz ve buna bağlı alışkanlıklarımız ve “kırmızı oje inatlaşmamız” vardı o zaman.
Çok yıllar geçti, çoook şey değişti.
Şimdi benim de ellerimde hep kırmızı ojeler…

Hey gidi günler...

23 Aralık 2009

Hırrrrrr!!!

Bilgisayar kullanmayı yeni öğrenen anneler gibiyim! Ekrana iyice yaklaşıp tüm dikkatimi topluyorum ve sırayla ikonlara basıyorum. Aradığımı bulamayınca kaşlarım alnımın ortasına yaklaşıyor; bulunca yüzüme bir gülme yerleşiyor! Resmen uğraş veriyorum.
Ah ulen Vista! Sen olmasaydın ben çoktan bitirmiştim şu işimi ya hadi neyse. Elbet seninle de yakında anlaşırız!!!

Ölüm

Hayat çok tuhaf gerçekten.
Dün gece de Özlem’in babasını kaybettik. Son 5 ayda 3 baba kaybettik. Hepsinin farklı hikayesi. Ölüm bu; ani de olsa, yavaş yavaş da olsa aynı. Acıları aynı…

17 Aralık 2009

Tilki döndü dolaştı

Buymuş. Bu kadarmış. Gerçekten düşünmek, yaşamaktan daha fazla acı vermiş. İşe başladım, 2. haftayı devirmek üzereyim. Başa dönmüş gibiyim. Aynı masa, aynı bilgisayar, aynı kişiler ve işler. Kaldığım yerden devam ediyorum. Sadece aklımda hep minik bir adam var. Eve dönünce hayat farklı artık. Bambaşka, harika. Bunca yıl sonra anladım ki işe gitmenin en keyifli yanı “mis kokulu kuzucanın seni beklediği eve” dönmekmiş.

5 Aralık 2009

Hoşçakal!

Son 2 günüm...
sabahın köründe caddeye,
Mağazalara giren ilk müşteri olmaya, çalışanlarla geyik yapmaya,
Akşamüstü kek-pasta-limonataya,
dizimax'te abuk subuk saatlerde dizi izlemeye,
sadece istediğim saatte bilgisayar başında oturmaya,
eşofmanla yaşamaya, topuklu ayakkabıların yüzüne bile bakmamaya,
canım istedi diye markete gitmeye,
ve daha bir çok keyfime ama en çok oğlumla her saniyemi doya doya geçirmeye veda ediyorum.
Bu kadar zorlanacağımı asla tahmin etmezdim.
Demir'e her bakışımda için eziliyor. Sanki onu bırakıp gidiyormuşum gibi geliyor. Daha 4.5 ay oldu dünyaya geleli. Sanki her an yanında olmazsam birşeyler ters gidecekmiş; kimse ona benim kadar iyi bakamayacakmış gibi geliyor...
Off of...

27 Ekim 2009

Kriz

İşe başlamama 5 hafta kaldı!
Minnoş oğlumu nasıl bırakacağım!?
Pofff!!!

20 Ekim 2009

Ünsal Oskay

Üniversitedeyken hep çalıştım, derslere pek girmedim sınav tarihlerinde okula gittim. Bir de Ünsal Hocanın dersi olduğu günlerde. Onun dersine girmek büyük zevkti. Kocaman kitaplar vardı bize verdiği ama o derste kitapları değil hayatı anlatırdı. Sınavlarına kitap açık girerdik, soruyu sorar, bulabilirseniz kitaplarınızı kullanabilirsiniz derdi kendi dilinde (!). İletişimi dünyanın en keyifli bilimi olarak anlattı bize.
70 yaşındaymış, inanamadım...
Daha anlatacağı çok şey vardı bence bizlere, bizim işleri yapanlara. Onun bilgisinden faydalanması gereken daha çook öğrenci, çok televizyoncu, gazeteci vardı.
Allah rahmet eylesin...

13 Ekim 2009

Oyuncakçı: Zekids

Kocaman oyuncak mağazaları çeşit açısından daha cazip olsa da dün tam da aradığım gibi bir oyuncakçı buldum Cadde'de. Zekids. Zeka geliştiren, yaratıcılık, hafıza vb konularda 0 aydan itibaren alınabilecek harika oyuncaklar var. İlkini aldık, diğerlerini de kafama yazdım. Her ziyarette bir tane alacağım galiba.
Kesinlikle tavsiye ederim: Şaşakınbakkal'da Zekids

Ben, ben değilim artık

Yani geçen sene bu zamanlardaki ben bensem; bu ben değilim bence.
Bu kadar kilo alıp vermek için en ufak çaba sarf etmeyen kişi ben olamam. Allah’ın her günü en sevdiğim mağazaların önünden geçen ve içeriye girip de bir kuruşluk bir şey almayan da ben olamam. Saatlerimi evde geçirmeme rağmen doğru düzgün bir film izlemeyen, bağıra çağıra müzik dinlemeyen de değilim. Her gün internette alakasız blogları okuyan ve bebek sitelerinde bilmediğim bir şeyler var mı diye gezinen de olmamalıyım. Ya da karınca misali taşıdığım kitapları üst üste koyup hangisinden başlasam acaba bahanesiyle haftalardır bir kitap okumayan…
Bebek insanın hayatını değiştirir tamam da huyunu suyunu da m değiştirir?

11 Ekim 2009

Önyargılarınızdan kurtulun!

http://vimeo.com/6921606
Tam da üzerine parmak basmışlar. Yine. Reklamdan etkilenip de zaman gazetesini okumaya başlayacak olan çok var mıdır bilmiyorum ama reklam kesinlikle çok başarılı, çok etkili ve vurucu. Yapanı da yaptıranı da tebrik ediyorum

18 Eylül 2009

Bunu istiyormuşum meğersem. Bağlı bahçeli bir yerlerde yaşamayı, oğlumu önüme katıp alışveriş yapmayı, oradan çıkıp sahilde takılmayı istiyormuşum. Bir de yazın bitmemesini...

7 Eylül 2009

Bakımsız tarzan

Başardımmm! Aylardır bakımsızlıktan kırılıyordum. Doğumdan sonra iyice felaket olmuştum. Geçen hafta en sonunda kuaföre gidebilmeyi, saatlerce orada kalabilmeyi, saçımı boyatmayı, kestirmeyi, ellerimi-ayaklarımı düzeltirmeyi başardım. 9 ayın acısı çıktı valla... Ohh!

Bir de kalan kilolarımı verebilsem...




27 Ağustos 2009

MJ efsanesi

Ölümünde yazmamışım birşeyler, bari bu postu yazayım. Toprağını sevsin, ben pek severdim Michael Jakson'ı. Efsaneydi.
Şahane bir site yapmışlar...
a tribute to MJ: http://www.eternalmoonwalk.com/

18 Ağustos 2009

Doğumu fotoğraflamak


Yeni adetler, yeni işler çıkıyor zaman içinde. Her türlü organizasyonda "yenilik" hedefi ortaya çıkarıyor tabi bunları. Klasik adetlerin dışında birşeyler katmak işin içine. Kimi çok gereksiz buluyor, kimi bayılıp hemen yapmaya çalışıyor.
Doğum fotoğrafçılığı da böyle birşey bence. Geçen yıllarda doğumhaneye kamera veriliyordu, bir hastabakıcı kaydediyordu. Sonra eşleri de içeri almaya başladılar, kayıt yapan bazen eşler oldu. Derken fotoğrafçılıkta bu dal doğdu, doğum fotoğrafları... İlk duyduğum andan beri çok hoşuma gitti benim bu fikir. Hayatta olabilecek en özel anlardan birini profesyonel birinin fotoğraflaması çok mantıklı bence. Hem o anın duygusallığı ile birşeyler atlanmadan fotoğraflanıyor herşey hem de çok daha güzel kareler çıkıyor ortaya.
Ben de araştırdım, soruşturdum ve enteresandır hiçbir yerden referans almamama rağmen Didem & Damla'da karar kıldım. Görüştük, anlaştık ve başardık! Damla geldi bizim doğuma. Çok doğru bir şeçim yapmışım. Herşey yolunda gitti ve ortaya çok güzel fotoğraflar çıktı. Kesinlikle hem doğumun fotoğraflanmasını hem de Didem&Damlayı tavsiye ederim...

7 Ağustos 2009

Anne olunca anladım

  • Bu lafın doğruluğunu
  • İnsan hayatının ikinci evresinin başladığını
  • Bu kadarcık, kısacık sürede bile o küçücük insana olan sevgiyi
  • O sevginin her geçen gün artabileceğini
  • O ağlarken ya da canı yanarken benimkinin daha çok yandığını
  • Gece uykusuzluğunun dayanılabilir olduğunu
  • Çiş – kaka temizlemenin bile mutluluk verebileceğini
  • Henüz bilinçsiz bile olsa gülümsemesi için dakikalarca yüzüne bakılabileceğini
  • Yüzünün, elinin, ayağının, her yerinin tüm detaylarını akılda tutulabileceğini
  • Bugüne kadar kokladığım tüm kokular içindeki en güzel kokunun o minik bedende olabileceğini...

4 Ağustos 2009

Bebekli hayat

Sanırım bundan sonraki birkaç ay boyunca yazılarım hep bebekli hayat temalı olacak. Zira 14 gündür, hayatımda başka hiçbir şey yok. Gelen gidenlerle konuştuğum başka konu yok, TV’de tek kare haber görmüşlüğüm, gazeteden tek satır okumuşluğum yok. Bütün gün “yan gel Osman” yatıyorum sananlar büyük bir hata yaparlar, günde neredeyse ortalama 4 saat uyuyorum. Geri kalan zaman nasıl geçiyor ben de anlamıyorum. Üstelik şimdi annem sayesinde ne yemek, ne ev işi ne de herhangi başka bir şey yapıyorum… Şimdi merak ettiğim konu annem evine dönünce ne yapacağım?! Ben öyle oip gibi değil iki çocukla kek yapmak; bir bebeğin taleplerini anca karşılarım. Rita isyan eder, evi bok götürür, akşam yemekleri dışarıdan söylenir herhalde. Kısa süre sonra anlarız durumu!

20 Temmuz 2009

Aceleci bebek

Yüzüm, yüzdük sonuna geldik. Biraz erken gelmeye karar verdi aceleci bebek. İşte son 2 gün. Karnımdaki son iki günü. Sonra yanımızda olacak, inşallah. Hayat boyu.
İki gün sonra hayatımız değişecek, yaşantımız, muhtemelen biz de değişeceğiz. Küçücük biri. 36 haftanın her gününü onu merak ederek geçirdim. Artık öyle az kaldı ki. Heyecanlıyım demek doğru olmaz, 2 gün sonra eminim çok heyecanlı olacağım ama şu anda heyecanlı değilim, şaşkınım, daha çok merak içindeyim, bekliyorum, karmakarışığım yani...
Hesaplarıma göre son 4 haftada kendimi iyice hazırlayacaktım ama bebek çok aceleci çıktı. Kendimi hazırlamam için sadece max. 2 gün verdi bana. İşte şimdi bütün düşüncelerim çok daha hızlandı. Bunca haftadır okuduğum kitaplarda da sona gelememiştim bile! Bebeği nasıl tutmam gerektiği, nasıl yıkayacağımızı daha okuyamamıştım. Şimdi hızlı hızlı okumaya çalışıyorum herşeyi. Bebek şekerlerini hızlı hızlı hazırlıyoruz, arkadaşlarımıza haber vermeye çalışıyoruz. Neyseki annem yanımdaydı ama babam, ebıllar apar topar geldiler buraya. Hepimizde bir telaş, birbirimize çaktırmadığımız...
Herşeyin çok güzel olması için dua ediyorum, şimdilik beklemekten başka yapabildiğim tek şey bu...

16 Temmuz 2009

İstemem, yan cebime!

Bütün ünlüler – ünlü olmak isteyen az ünlüler tatil yerlerinde ve aynı plajlardalar. Bütün magazin gazetecileri de doğal olarak oralarda. Yani alan memnun satan memnun. Peki neden bütün ünlüler sanki gazetecilerin oraları mekan tuttuğunu bilmezmiş gibi garip davranışlar içindeler? Çeşme-Bodrum dışında da pekala gidilebilecek şahane plajlar var. Hatta Çeşme-Bodrum’da gazetecilerin hiç ilgi göstermediği plajlar da var. Ünlü olmak ya da olmaya çalışmak zor iş valla. “mış gibi” yapmaktan yoruluyorlardır herhalde...
Hazır bu konuya girmişken; ana haber bültenlerinde her yıl hemen hemen aynısı verilen görüntüler de çok sıktı artık. Aynı plajlarda, aynı açılardan farklı bikinili insanları çekip, tatil yapan düz vatandaşlarla karşılaştırmak ve bunu hergün yayınlamak insanın içini kurutuyor olmalı; haber müdürleri aralarında toplanıp bu konuyla ilgili haberleri yayınlamama kararı alsa ya...Hazır toplanmışken “yaz diyeti, zayıflama yöntemleri” haberlerini de görüşseler. Yetti artık aynı haberler, aynı görüntüler...

15 Temmuz 2009

Tecrübe nedir?

Tecrübe başınıza gelen şeyler değildir, başınıza gelen şeyler karşısında ne yaptığınızdır.
Aldous Huxley

6 Temmuz 2009

Gidesim var

Şöyle uzaklara gidesim, yeni yerler göresim, adım adım gezesim var. Bununla birlikte beni tutan kocaman da bir göbeğim...
Durum beni derinden etkilemeye başladı galiba. Rüyalarımın yeni teması “gitmek”

Geçen hafta rüyamda harika bir motorum vardı, yakınlarda bir yere motorla gidiyorum. Rüzgar vuruyor yüzüme, nefis yollardan geçiyorum, hiç bilmediğim bir yerlerde geziniyorum..

Cumartesi gecesi rüyası ise daha harikaydı. Deniz’le New Mexico’ya gidiyormuşuz. Yoldaki maceralarımızı keyifle yaşadım, her detayını hala hatırlıyorum. Ha hayatımda hiç New Mexico ile ilgili hayal kurdum mu? Hayır. Kitap, dergi vs okudum mu? O da hayır. Ama çok güzeldi valla, tavsiye ederim... (Bu arada rüya öyle gerçek ki, Deniz’le Türkçe, diğerleriyle İngilizce konuşuyorum!!!)

Dün gece de yine yola düşmüşüz. Avrupa’da bir yer bu sefer. Hangi şehir olduğunu bilmiyorum. Havaalanındayız. Uçuş için raporlarımı falan istiyor memur bey. Sonra da diyor ki “biraz daha sabredemediniz mi? Bu halde gezmek zor olur, birkaç ay sonraya planlasaydınız ya!”
Adamın söyledikleri çok anlamsız geliyor. Bakışıyoruz boş boş. İşlemlerimiz yapılıyor ve gidiyoruz.

Ve son zamanlarda her sabah uyanınca ufak çaplı şok geçiriyorum. O kadar detaylı hatırlıyorum ki olan biteni, gerçek olmaması çok tuhaf!

2 Temmuz 2009

Yarışanlar, yarıştıranlar, yarışmak isteyenler

Kristal Elma’yı takip ediyorum ben de her sektör çalışanı gibi. Ama artık sıkıntı verdiğini de düşünüyorum olayın. Hiç mi değişik ajans alamaz bu ödülden? Küçük ajanslardan hep kıytırık işler mi çıkar, anlamadım ki! Ödülü verenlerin ajansları da alanların ajansları da her sene hemen hemen aynı. Bu durumda bu yarışma sektöre yönelik değil, büyük ajanslara yönelik olmuyor mu? Hatta böyle olması yarışmayı sıkıcı yapmıyor mu?

23 Haziran 2009

Ben miyim bu zat?


Palma d’oro


Tavsiye ediyorum. Şaşkınbakkal’da. Pek güzel herşey. Biz kahvaltıya gittik, çok güzel bir açık büfe vardı. Bol çeşit olsun diye herşeyi koymamışlar. Herşey leziz, herşey taze, bitenin yerine hemen yenisi geliyor. Mekan ferah, yeşil, çok kalabalık değil ama boş da değil. Müzik güzel. Garsonlar çok başarılı. Hesap abartılı değil. Üstelik indirimli saatler, indirim alan kartlar var. Akşamları da böyledir herhalde. Bizim için bu yazın mekanı belli oldu böylece.
http://www.palmadoro.net/

17 Haziran 2009

Tatil dediğin yolda başlamalı

Aras Kargonun ilanını görünce eskiden gittiğimiz tatiller geldi aklıma.
Babamın izni öyle kısacık olmazdı, minimum 15 gün sürerdi tatillerimiz. Dolayısıyla tatil eşyalarımız da ona göre olurdu. Arabayı öyle bir doldururduk ki Aras Kargonun modelinde giderdik gideceğimiz yere. En rahat babam otururdu. Annemin ayağının altında yolda yemek için hazırlanmış türlü atıştırmalıklar, kocaman bir termos, kendi kocaman seyahat çantası, yol boyunca dinlenecek kasetler vs. Arkada ebıl ve benim ayağımın altı ise tamamen dolu olurdu, ayaklarımızı uzatamazdık bile. Ben hep solda, ebıl hep sağda oturur, ortamızda da yolda her gördüğümüz meyveciden alınan meyveler veya o yörenin meşhur yenebilecek neyi varsa o... Ayrıca yol boyunca okumak, oyalanmak için türlü oyunlar vs. Bagajı anlatmıyorum bile, babam bagajın her santimini değerlendirirdi. Giderken de dönerken de yol bizim için çok çok keyifli olurdu. Gideceğimiz yere kadar, yer-içer şarkı söyler, eğlenirdik. O yıllarda Ege’nin ve Akdeniz’in görmediğimiz yeri pek kalmamıştı neredeyse. Gördüğümüz her sarı tabelaya girer, gezerdik. Annem, elinde haritalar (garanti olsun diye yedekli harita olurdu yanımızda) babama yol tarif ederdi. O kadar güzeldi ki o günler...
Şimdi en uzun gittiğimiz tatil bir hafta oluyor, koşa koşa uçağa yetişiyoruz, ne bir sarı tabela, ne yeni bir kasaba, ne bir Ege köylüsünün tatlı muhabbeti, ne de o lezzetini başka yerde alamayacağımız meyveler...
Niye yazdım ki ben şimdi bunları? Bir ilan beni nerelere götürdü! Kendimi bu yıl tatil yapmamaya hazırlarken bir anda coştum yine. Pofff!

11 Haziran 2009

Aklım göbeğimde!


Konsantrasyon konusunda pek problemi olmayan bendenizin artık ciddi bir problemi var. Büyüyen göbeğim aklımı alıyor sanırım. İçimde tepişen miniğin hareketlerini takip ederken o anda ne yaptığımı bile unutur hale geliyorum. Yazmadığım hemen herşeyi ya unutuyorum ya da geç hatırlıyorum.

Geçen gün salondaki boş bardakları alıp mutfağa götürmek için bile “düşünmek” zorunda kaldım! O hareket ettikçe ben ona odaklanıyorum, ona odaklanınca başka alemlere dalıyorum. Şaşırdığım insan modeline dönüştüm resmen. Doğumdan hemen sonra normale dönebiliyor mu acaba insan? Umarım dönüyordur da bebekle ilgileneyim diye şaşkın tavuk gibi dolaşmam ortalıkta!

Hamilelik izninin neden önceden başladığını da anladım tabii. Ağırlaşmaktan, yorulmaktan falan değil, odaklanamamaktan. Ofiste iş halletmek yerine yer işgal eder hale gelebilir demek ki insan bu durumda. Yani ben öyle olmaktan korkarım. Bunca yıldır geliştirdiğim çalışma stilim bir anda tepetaklak olabilir eğer bu enteresan halim biraz daha ilerlerse!!! Aklım gerçekten en çok göbeğimde!

3 Haziran 2009

Ayşe Arman olayı

Niyedir bilinmez okurum yazılarını ayda birkaç defa. Ve son zamanlarda hep aynı şeyi düşünüyorum. Köşe yazarı olmak yerine blog sahibi olmalı bu kadın. Köşesinde de dişe dokunur konu bulduğu zaman yazsın bence. Diğer yazılarını; çocuğunun tokası, sevgilisinin arabasını, bilmem neyinin bilmemkimini blogunda anlatsın...

Cehalet mi? Görgüsüzlük mü? Kendini bilmezlik mi?

Öğle saatlerinde İçerenköy Carrefour otoparkında arabayı park edip kısacık bir alışveriş turu yaptık. Döndüğümüzde arabanın yanında 4 çocuk (10-15 yaşlarında), anneleriyle birlikte birşeyler yapıyor. Benim aklıma ilk hırsızlık geldi tabi! Bizi görünce koşmalarını beklerken anne bir adım ileri attı, çocuları hala oldukları yerde. Ve o anda anladık ki çocuklar hırsız değil arsız ve pis! Ama anneleri onlardan bin kat beter! İki arabanın arasını tuvalet olarak kullanıyorlar! Bunu yapan kız çocukları, başlarında anneleri ve 50 adım ileride Carrefour ve tuvaletleri!
Annem ve ben hayretler içinde “aaa şurada tuvalet var, oraya gitsenize!!!” cümlelerini sarfederken, anne elinde sigarasıyla pişkin pişkin gülüyordu. Bu kadar çirkinlik olur mu ya? Hiç mi görmediniz? Belli ki İstanbul’da yaşıyorsunuz hiç mi anlamadınız sistemi? Dağ başı değil, Pazar günü Carrefour otoparkı burası. Tarla değil, bahçe değil...
O annenin yetiştirdiği o çocuklar da kendisine benzeyecek doğal olarak. Nasıl gelişmiş bir toplum olacağız peki biz? Herşeyi geçtim “ayıp” kavramını biliriz sanırdım, o da nanay. Deniz arabaya yaklaşırken kız çocukları gayet rahatlardı. Sokakta, ormanda, dağda, bayırda yaşayan hayvanlar tuvaletlerini gizlice yaparken, yaptıklarının üzerini toprakla kaparken; otoparkta annelerinin yanında tuvaletini yapabiliyor insanoğlu... Ne denir ki?

Rita Hanım


Ne çok taşınma anım oldu ama yazmazsam duramam ki. Taşınmadan en çok etkilenen aile ferdimiz Rita hanım oldu. 4 gündür yeni evdeyiz ama hala şaşkın. Ne yapacağını, nerede oturacağını kestiremiyor. İçeri gitse aklı bizde kalıyor, bizle otursa içeriyi merak ediyor. Eve en çok neredeyken hakim olacağını tespit edemedi bir türlü. Yeni cins kuşlar geldi hayatına, kargalarla savaşa devam edecek ama balkonda uygun, korunaklı noktayı bulamıyor bir türlü.
Hoşuna giden tek şey yeni odası ve odanın yeri sanırım. Girip yatağına yatıyor, evin tam ortasında olduğu için de kimin nerede olduğunu biliyor, kısmen rahat ediyor.
Aklıma hep bebek gelince neler yapacağı geliyor. Umarım evin iki küçümeni birbirlerini çok severler....

Tavsiye Ediyorum: Erenköy Nakliyat


Taşınma konusundaki büyük endişelerimden biri de nakliyecilerdi. Sordum, soruşturdum, kimse de “aa bak ben şununla taşındım, süperdir!” diyemedi. Sonuç itibarı ile internetten bulduğum 6-7 firmayı aradım. Birine karar verdik: Erenköy Nakliyat ve ben tavsiye ediyorum!Taşınacaksanız mutlaka görüşün. Çok organize, becerikli ve hızlı bir ekip. Ufak tefek hasarlar oldu ama çözebildiklerini çözdüler. Hayatımda ilk kez kırılan bir parça için haber vermeden gidip, aynısından alıp gelen bir taşımacı gördüm. Biz yardım etmek isteyince, “bu bizim işimiz” diyeni de ilk kez gördüm...Yorulduk demediler, ah demediler, paketlediler, açtılar, yerleştirip gittiler. Budur yani...

1 Haziran 2009

Ayrılık

Geldi ayrılık zamanı. Meğer ben evimi ne çok seviyormuşum. Bu gece bu evimizdeki son gecemiz. Ortalık koliler, koli bantları, kağıtlarla dolu. Akşamları çılgınca kolileme yapıyoruz, özel eşyalarımızı kolileri içine tıkışırıyoruz. Gördüğüm herşey bana birşeyler hatırlatıyor. Yıllardır dolapta duran ve hiç elime almadığım eşyalarım elime geçiyor. Hüzünleniyorum.
Çok güzel anılarımız var bu evde. Hep arkadaşlarımızla doldu taştı burası. Yakından geçen uğradı. Salonun penceresinden az mı seyrettim denizi elimde bir fincan çayla. Arka odadan görünen duvarla ilgili öyle çok proje geliştirdim ki... Sevdim ben bu evi yahu. Gri duvarlarımızı, tek tek seçtiğim banyo taşlarını, odaları...
Zaten herşeyin acıklı geldiği bu dönemde alıştığımız düzeni değiştirmek, yeniden başlamak hem çok heyecan veriyor hem de çok çok hüzünlü geliyor.
Rita huzursuz. Yine ev değiştirecek. Üstelik onun için çok eğlenceliydi bu ev; bahçedeki kertenkeleleri bekliyordu her gece, üstteki komşuya çorap taşıyor, apartman boşluğunda Deniz’i bekliyordu. Komşuların, kapıcının, yabancıların ayak sesini ayırt edebiliyordu. Evin her santimini ezbere biliyordu. Şimdi yine öğrenmek zorunda herşeyi. Üstelik onun için bu travma sadece ev değiştirme ile kalmayacak, bebek gelince hayatında ilk defa evin içinde, ondan küçük biri, onun kurallarına uymadan yaşamaya çalışacak. Biz yeni kurallar koyacağız, ona anlamsız gelecek. Yapmayacak, küseceğiz, o bize küsecek...
Yukarıdakileri okuyunca sanki “isteksizmişim gibi” yazdığımı farkettim. Oysa taşınmak, daha büyük eve, daha merkezi bir yere gitmek öncelikle benim fikrimdi. 6 yıldır yaşadığımız ev bizim için yeterli ve amacına kesinlikle uygundu ama büyüyen ailemiz için yeni evin daha doğru olduğuna inanıyorum. Şimdi hayal ettiğime çok yakın bir eve geçiyoruz. Umarım o evimizi de hepbirlikte çok güzel günler geçiririz...

22 Mayıs 2009

Bilinçlenen Türkiye!

Yaşasın sonunda memleketimin insanı da bilinçlemeye başladı. Hem televizyonda hem gazetede aile planlaması kampanyaları başladı. Sonunda herkesin bildiği şeyi saklamanın çok salakça olduğunu birileri anladı ve korunmanın gerekliliğini anlatmaya başladı.
İlanları, reklamları da güzel ama böyle sosyal bir kampanyanın sonunda yapılıyor olması çok daha güzel bence...
Fotoğrafını çekemedim bir türlü. İlk fırsatta eklerim...

Kalbim yine Ege’de kaldı.

Bu yıl için sanırım ilk ve son tatilimizi yaptık. Bundan sonraki tatilller daha çok tatilcik şeklinde olabilecek o da ne kadar mümkün olur, şüpheli...
Bu konu stres yaratabilir endişesiyle hemen geçmiş harika 4 güne geçiyorum...
Pek güzeldi.

İzmir: Her sene olduğu gibi bu sene de karar verdim. Ya İzmir ya Antalya’da yaşamak lazım. İnsanın ömrüne ömür katılır, eminim...

Seferihisar: Adım attığım anda huzur bulduğum mekan. Gitmenin günler öncesinden mutluluk, dönmenin acı verdiği yerlerden. Evi, eşyalarını, balkonlarını, çimenleri, bitkileri, denizini, kokusunu seviyorum. 4 gün de kalsam 14 gün de kalsam dönmek istemiyorum. Hamakta yatıp boş boş gözlerle denizi seyretmek, dileklerimi hazırlayıp kayan yıldızları beklemek, her meyvenin en güzelini yemek ve hatta buz gibi denizine söylenmek bile hoşuma gidiyor. Herşeyini seviyorum işte. Gidip yaşanılası bir yer... Bu sene de kaldık ya birkaç gün orada, oh.

Sole Mare: Tikilikten nasibini almamış insanlara ender rastlanıyor. Sağımı solumu incelemekten dergi bile okuyamıyorum. Denize girmek için bu kadar süslenmek niye anlamıyorum ama o koya, denize bayılıyorum. Evet, bayılıyorum. Bu sene koskocaman bir göbek, 2 beden büyük bikini ve herzamankinden daha bakımsız halimle “sole mare” trendine bu sefer eskisinden de beter uymadıysam da olsun. Tam denize girmişken güneş bulutların arkasına saklansa da olsun. Girdim ya o denize, oh. 2009’u da rahat geçiririm artk. Seneye jr akçin’i de alıp gideriz umarım.
Alaçatı: İşte yine. Hep güzel. Heryeri güzel, orada olmak güzel. Kalmak güzel, parke taşlarında yürümek güzel. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel. Köşe kahve’de pasta yemek, pazaryerinde limonata içmek güzel. İncik boncuk almak, vitrinlere bakmak güzel. Kedisi ayrı köpeği ayrı güzel. Yazı ayrı baharı ayrı güzel... Kısacık bile olsa gittik ya oraya, oh.

Kısacıktı, hava şaşkındı, daha kalasım vardı, harika muhabbet vardı.
Hadi yine gitsek ya?!

13 Mayıs 2009

Karmaşık hatta karma karışık

1’i 10 yaşadığım günlerim bu günler. Herşey olduğundan çok daha büyük ya da çok daha küçük görünüyor gözüme. Herşey ya çok acıklı ya çok komik. Belirsiz konular ise aşırı stres verici. Eskisinden çok daha fazla!.
Bebeğin gelmesine yaklaşık 3 ay kaldı. Ev-bark için karar vermek, eşyaları gözden geçirmek, yeni düzeni sağlamak ve diğer tüm hazırlıklar için yaklaşık 12 hafta...
Biliyorum göz açıp kapayıncaya kadar geçecek zaman. Tecrübelilerden anladığım kadarıyla son haftalarda “zorlanma” ihtimalim yüksek.
Bu da 12 haftanın da azalması demek.
Bir iş yapılacaksa beklenmesinden hiç hoşlanmam. Sıkıntı basar, gözümde büyür. Yapar koyarım kenara, rahat ederim.
Şimdi hiç rahat değilim, stres halindeyim.
Karar vermek ve uygulayabilmek istiyorum. Verdiğimiz kararların de en doğrusu olmasını.
Hem de hemen.
Mümkünse bugün.
Offf...

16 Nisan 2009

Fırrk fırk!

Ben de hayret etmiştim zaten, koca kışı geçirdim, hiç nezle olmadım. Bu yıl hayatımda ilk kez nezle olmadan bir kış geçirmeyi başardım diye. Al bakalım! Bugün “fırrk fırkkk!” olarak dolaşıyorum ortalıkta. Telefonda “ay siz miydiniz, tanıyamadım, pardon” cümlesini bugün kaç kere duyduğumu bilmiyorum. Üstelik –en azından bugünlük- sesim de normalden çok çok farklı değil...
Yatmak istiyorum. Sıcacık bitki çayı içmek istiyorum. Mis gibi bir çorbayı yavaş yavaş içmek istiyorum. Burnuma Otrivin sıkıp mışıl mışıl uyuyabilmek istiyorum. Fırrkk fırk!

Herşey aynı!

Geçenlerde yazmıştım bebek odalarına baktık, hep aynı, diye. Şimdi olayın kapsamını genişletiyorum. Bebeklerle ilgili diğer detaylarda da herşey aynı! İsimler hep aynı (özellikle erkek bebek isimleri). Bebek arabaları hep aynı. Zaten birkaç tane marka var, onların da renkleri birbirine o kadar yakın ki. Aynı mama sandalyeleri, aynı hastane çıkışları, aynı bebek şekerleri, o aynı bu aynı.
Bizim ülkeden tabii az sanatçı çıkar, yaratıcı insan az çıkar, yaratıcı olan da “tuhaf” olarak görülür. Daha bebeklikten başlatıyoruz standart yaşantıya. Hayatı boyunca da standart olması için uğraş veriyoruz. Bizde de farklı mı olacak? Malesef hayır. Bizim de standart olacağımıza eminim...

Davidoff - Cool Water

Bu koku beni çook eski yıllara götürüyor. Lisedeydim herhalde ilk aldığımda. O zamanın popüler parfümüydü. Zaten o zaman bu kadar çılgınca yüzlerce marka da yoktu. Ya da biz bilmiyorduk. Ortalıkta meşhur bir kaç marka vardı, onlar alınırdı...
Neyse işte cool water benim yaz parfümümdü. Bu sıralar ne olduysa canım deli gibi bu tazecik, mis, bahar kokusunu çekti ve aldım sonunda dayanamayıp. Şimdi açıp açıp koklayıp bir an önce yaz gelsin istiyorum.

8 Nisan 2009

Yaşasın sıcak hava

Geliyor mevsimim işte. Bütün kış bakıp bakıp iç geçirdiğim t-shirtlerime kavuşmak üzereyim. Sığabileceklerime yani.
Akşamları balkon dolup taşacak; haftasonları da eve sığamaz olacağız artık. Bütün gün kendimi bir o kanepeye bir bu kanepeye atmam da geride kalacak. Oh be. Hayat baharda kesinlikle daha güzel...
Ve işte bahar favorilerim:
Papatyalar
Açıkhavada kahvaltı
Caddede akşamüstü
Fenerbahçe Parkı
Tatil planları
Erik ve çilek ve çağla

İyi fikir

İşbankası'nın maximiles kart reklamı insanın kafasına dank! diye vuruyor. Tebrik ederim kendilerini, çok etkileyici bence. Kendimibir tuhaf hissediyorum seyrettiğim günden beri. Kredi kartı sahibi olunca dünyada kapladığım yerin değişmediğini de biliyorum ya... Yine de beğendim işte.
Hergün aynı şeyler. Ve dünyada kapladığın yer goggle earthdeki o çizgi kadar işte.

31 Mart 2009

Bira göbeği mi? Külliyen yalan!

Kendimi kandırıyormuşum meğer. Hiç de "bira göbeği gibi" falan değil bariz hamile göbeğiymiş benimki de. Yolun yarısına geldiğim bu haftada bugün üzerime giydiğim kazak tüm gerçeği gözümün önüne şşşraakk diye serdi...

Issız Adam

Ve sonunda başardım seyretmeyi.
Akılda kalıcı ve etkileyici (Hoş, ben bu aralar aklınıza gelebilecek herşeyden “etkileniyorum” ama...)
Castı da çok başarılı buldum.
Müzikleri de pek güzel.
Tavsiye ederim tabii ki.

Bebek Odası Mobilyası

Ben ki su bardağı almak için 6 aydır, kahvaltılık tabağı almak için 1,5 yıldır, zigon almak için uzuuun süredir didinen ve bunun gibi onlarca örnek verebilecek insanım. Şimdi nasıl bebek odası beğeneceğim ki? Üstelik yaptığımız ön çalışma neticesinde tüm bebek odaları aynı vatandaşın elinden çıkmış gibi. Renkler, çekmecelerin kullanımı, kulpları bile hemen hemen aynı. Sanırım internetten bulup bir marangoza yaptırmak en iyisi olacak.
Neden bütün erkek çocuklarınki bebek mavisi ve bütün kızlarınki prenses pembesi? Yok mudur bunun başka türlüsü?

23 Mart 2009

Yine de fena değiliz...

Bu aralar "fakir ülkelerin olaylarına" takıldım. Bilinçaltımda ciddi bir “endişelenme” var sanırım. Ülkemin geleceğini pek parlak görmüyorum ve başımıza neler gelebilir diye farkında olmadan seçiyorum galiba bu kitapları:
Bin Muhteşem Güneş

Uçurtma Avcısı
Kafir

Kara Çığlık
Ve en sonda da:
Slumdog Millionaire.
Bu kitapları okuduktan ve filmi de izledikten sonra en azından şimdilik:
Yatıp kalkıp dua etmemiz gerek. En azından medeniyiz/medeni gibiyiz. Yaşamak için bir yerlere kaçmak zorunda değiliz. Aç ve susuz değiliz. Ve en önemlisi gelecek için plan yapabiliyoruz...

Seçen, seçilen

“Tertemiz” yurdumun her köşesi anlamsızca asılmış parti bayrakları ile örtülü. Zaten bu konuda sokaklarımız oldukça “iddialıyken” bir de bayraklar gelince tabiri caizse “tüy dikildi!”. Yakın gelecekte bizde de partilerin reklam bütçelerini daha güzel işlere kaydırmasını, ajanslarının daha akıllıca projeler yapmasını umuyorum...

Doğal Seleksiyon

Biliyorum, kısaca; doğal seleksiyon olmasaydı dünya bize küçük gelirdi. Ama yine de bu durumu mantığıma anlatamıyorum. Belgesellerde seyrederken bile çok üzüldüğüm bir durumdur bu zayıfların baştan kaybetmesi. Bir de gözümün önünde olunca...
Önceki hafta şirketin bahçesinde minik minik 8 köpek vardı. Kimileri doğuştan şanslı, annelerinin karnında bol bol beslenmiş, büyümüş, öyle çıkmışlar dışarı. Şimdi koşuyorlar ortalıkta, havlamaya bile başladılar neredeyse. Kimileri daha ufak, kimileri ise ufacık. Ve o ufacıklar malesef teker teker gitti... Ben yine çok üzüldüm.
Biliyorum, doğal seleksiyon ama yine de üzülüyorum...
Sokak hayvanları için birşeyler yapılmalı... Böyle olmamalı...

İş Görüşmesi

Uzun zamandır iş görüşmesine gitmedim. Ama ne kadar stres verici bir durum olduğunu üniversite yıllarından beri “görüşen” biri olarak iyi bilirim.
Gönderirsin CV’ni. Beklersin. Ararlar. Çalışıyorsan iştekilere çaktırmadan gitmen gerekir. Benim gibiler bunun için anlamsız sebepler uydururlar. Halbuki “hastayım” bahanesinden belki de kimse şüphelenmeyecek. Olmaz, illa ki garip sebepler bulurum.
Neyse. Görüşme günü gelir... Kıyafet bunalımı. Ceket giysem çok mu ciddi görünürüm, kırmızı oje sürsem frapan mı olur vs diye diye karar kılınır en ortalama kıyafete...
Gidilir iş yerine, şöööyle bir süzülür her yer. Çalışanlar nasıl, çalışma ortamları, birbirlerine hitap şekilleri, orada bir tuhaf “bekleşen” birine yaklaşımları nasıl, vb...
Sonunda görüşme odasına girilir ve orada stres sona erer nedense. Ya da bana öyle olur. Bugüne kadar ilginçtir gittiğim hemen hemen tüm görüşmelerden olumlu sonuçlarla ayrıldım. Ya gideceğim yerleri iyi seçiyorum ya da hiç seçim yapamıyorum(!). Bilemiyorum...
Bunların nereden aklıma geldiği konusu ise işte... Benim çok hoşuma gitti. Bundan sonra bu taktiği uygulayacağım, herşey daha kolay olur eminim. Arkadaşlarıma duyrulur...

3 Mart 2009

Hamilelik

Hazır hamilelik konusuna gelmişken bazı tespitlerimi paylaşayım:

  • Haklılar. Bir sabah kalkıyorsunuz ve kıyafetleriniz üzerinizde barbie kıyafetlerini giymeye çalışıyormuşsunuz gibi görünüyor.
  • Beliniz öyle kalınlaşıyor ki yıllardır giydiğiniz pantolanlarınızın içinde bira göbeğinden çatlayacakmış adam şeklinde görünüyorsunuz. Oturup kalkarken 32 beden pantolonun içindeymiş gibi oluyorsunuz. (Bu pantolanları hemen dolabınızdan uzaklaştırın, zira bebğin sıkıntıya gelmemesi lazımmış.)
  • Etrafınızdaki herkes sizin kaç kilo aldığınız konusunda tahmin yürütüyor. Şimdi herkesin bu konuyla ilgili bir saptaması var. Kilom, 31 yıl sonra merak konusu oldu.
  • Hayatımda hiç bu kadar dengeli, güzel beslenmemiştim. Yalnız bu kadar sık birşeyler yemek (kan şekerimin düşmemesi için 2.5 saatte bir meyve vb. yiyorum.) çok yorucu ve zormuş.
  • Şimdiden göbeğimin üzerine yatmamaya çalışıyorum ama çok zor! Benim uykuya geçmemin tek şartıdır bu. Yöntem bilen varsa lütfen paylaşsın.
  • Herşey acıklı, hüzünlü, düşündürücü geliyor. Yani bundan 4 ay öncesinde de duygusaldım da gazetede sarılmış insanları görünce ağlamazdım; ya da televizyonda seyrettiğim her programın/reklamın/filmin acıklı olduğunu düşünmezdim.
  • X-ray cihazından geçmemek çok eğlenceli. Güvenlik grevlilerinin kibar davranışları da çok dokunaklı...
  • Gün içinde yorgunluk hissetmiyorum, hayatımda bir farklılık da olmadı ama günün sonunda evdeki kanepede yayılmaktan başka birşey düşünemiyorum.
  • Kendimi sık sık bebekle ilgili birşeyler düşünürken ya da dua ederken buluyorum. Bu benim için çok enteresan; çünkü bugüne kadar işteyken işten başka birşey genelde düşünemedim, ya da ne yapıyorsam o yaptığım işten başka birşey...
  • Hamilelik güzel, zevkli, ilginç ve kesinlikle bebeğe hazırlanmak için psikolojinin, yaşam tarzının, vücudunun, bakışının kısaca “benliğinin” değiştiği bir dönem...

İsteyen herkesin bebek sahibi olabilmesi dileğiyle...

Bugün galiba o gün...

“Tecrübe sahiplerinin” dedikleri oldu işte. Bugün. Uyandım, dolaptan bugün için giymeyi planladığım kıyafetleri çıkardım. Bir gömlek denedim. Olmadı. “Hımm, demek bu çok dar bir kesimmiş” dedim. İkinciyi denedim. Tesadüfe bak, o da dar kesim! İnanmazsınız, üçüncüyü de denedim, sonuç aynı.
Pazartesi sabahı için çok güzel bir başlangıç (!) yapmanın mutluluğu içinde üzerime olabilecek bol birşeyler bulup giydim ve bir süpriz daha. Bol kazağın etiketini keserken kazağı da kestim! Akıllara ziyan. İnsan etiket keserken kazak keser mi diye düşünenler, lütfen düşünmeyin. Ben sabahta beri bunun muhasebesini yapıyorum ve henüz çözemedim!

İyi fikir

Oldukça kötü bir fotoğraf çekmişim, pardon...
İlan çok hoşuma gitti.
Allianz’ın “Dünyanın 1001 türlü hali var” ilanı.
Metin de çok hoş ve gerçekçi:
“Keşke demeden önce”

6 Şubat 2009

Yorumsuz!

milliyet gazetesi'nden

4 Şubat 2009

Büyüyoruz...

Gündemimiz bir değişti, pir değişti.
Hemen her hafta ben değişiyorum.
6 ay sonra hayatımız değişecek...

İlerleyen her hafta bize yeni bir mucize gösteriyor.
Her an farklı bir duygu yaşıyorum, hayatımda duygularım hiç bu kadar yoğun ve karmaşık olmamıştı.
Mutluyum, korkuyorum, bekliyorum, merak ediyorum, endişeleniyorum, biliyorum, bilemiyorum...
Sorularımı sormaya devam ediyorum, cevaplar hala yok...
Ben şaşkınım, Deniz şaşkın, Rita şaşkın...
Acaba bebek de mi şaşkın?

30 Ocak 2009

Zigon mu?!

Ya evde daha çok zaman geçirmeye başladık ya da yaşlandık (ya da her ikisi birden). Yıllarca gerekliliğini reddettiğim zigona galiba artık bizim de ihtiyacımız var. Fotoğraftakine bayıldım...

27 Ocak 2009

Sıkıcı bir yazı...

Bu aralar kızmamak, sinirlenmemek ve streslenmemek istiyorum. İstemekten öte böyle olması gerekiyor. Ben de elimden geleni yapıyorum. Ama elimden çok gelemiyor. Bir anda öyle bir olay oluyor ki sinirimi geçirmenin tek yolu gidip o kişinin kafasına bir güzel patlatmak. Ama o da olmuyor. Patlatamıyorum, hatta birşey bile söyleyemiyorum. Yaşına hürmeten. Başka birşeyden değil yani. Aynı yerde yıllar geçirince kimin ne olduğu gün gibi ortada oluyor. Hiçkimseyi sevmek zorunda değilim biliyorum. Ama saygı duymam gerek. Gerek de bunun için de saygı duyulası insanların olması gerek. Yoksa? Yok işte. Beni de sevmeleri gerekmiyor. Ama saygı duymaları gerek, en azından yaptığım işe ya da (artık bana çok anlamsız gelen) özverime. Ama o da yok.
E ne yapmak gerek? Profesyonellik gerek. Burası bir şirket. Onlar ister ben yaparım, ben isterim onlar yapar. İki taraftan biri yapmak istemiyorsa ne olur? İşte o zaman profesyonellik devreye girer, hesap kitap işleri ortaya çıkar. Onların hesabı ile benim hesabım uymazsa ne olur? Hesabımın uyacağı yer beni bulur, ben onları.
Bunları niye mi yazdım? Yine çok sinirlendim. Hesap kitap işleri yapmam lazım... Bir de sinirimi geçirmem.

Kobilerin Finans Beyi!

Televizyon reklamlarını her seferinde izledikten sonra “unutmamalıyım bunu yazmayı” dedikten sonra fırsat bulup da yazamadım bir türlü. Şimdi de dergi ilanını gördüm.

Niye iki at üzerindeki insanlar aynı renklerde paketlerin arasında dolaşıyor? Niye yürüyen insanlar atlardaki “kobi beylerine” eşlik ediyor. Kobi beyleri atlı hayata geçmiş de Türkiye Finans geriden mi takip ediyor? Kısacası benim için son derece itici ve anlamsız bir reklam.
Reklamcıları tecrübeli insanlar, ajanslar bilinen ajanslar. Demek ki müşteri enteresan.
Jingle sözlerini de yazmadan geçemeyeceğim:

Desteğini aldı geçti peh peh peh
Engelleri aştı geçti hey hey hey
Fırsatları kaptı geçti
Alan kim, satan kim, yapan kim, yayan kim
Kim kim kim kim
Kobilerin Mustafa Bey
Benim müşterim, Aslan müşterim

Bilmeyeni bilen yapar peh peh peh
Görmeyenin gözün açar hey hey hey
Rekabeti düzgün yapar
Ağan kim, paşan kim, hanım kim, bankan kim
Kim kim kim kim
Kobilerin finans beyi
Türkiye Finans...
Türkiye Finans...

Kobilerin finans beyi
Türkiye Finans...
Türkiye Finans...

14 Ocak 2009

Zalim Herpes!

Sahip olmayanlar bilmezler tabii. Umarım hiç öğrenmezler de. Ama ben ve benim gibi bir çok insan neler çeker bu zalim herpesten bilemezsiniz...
Herpes uçuk demek. Daha teknik olarak içi sıvı dolu vezikül de denebilir. Ama ben hiç teknik olmayan şekilde "tam bir baş belası" olarak tanımlayabilirim kendisini.
Vücudunuzun herhangi bir yerinde yer ediniyor kendisi. Genellikle dudak ve çevresinde olmakla birlikte yüzde de olabilir, parmakta da aklınıza gelen herhangi bir başka yerde de. Ve vücut direncinizin kırık olduğu anda atıyor kendini dışarıya. İlk gün dayanılmaz bir kaşıntı, ikinci gün kaşınan yerlerde kızarılık ve kabarcıklar ve üçüncü gün kabus başlıyor...Örneğin benim kabus bölgem çenem...
Yaklaşık 10 yıl önce kötü beslendiğim bir dönemde, stres anında çıkmıştı çenemde. Sonra her stresli dönemimde, üzgün anımda çenemde "merhaba" dedi dünyaya. Kaç doktora gittiysem, bunun çaresi pek yok, başında yakalayıp çıkmasına engel olmak gerekir dedi. Streslenme, iyi beslen vs vs... Ben de hep beslenmeyle paralel olduğunu düşünürdüm ama bu sefer sahip oldoğum, çenemde çıkan en büyük "dehşet uçuğum" bu tezimi çürüttü. Hayatımda en güzel beslendiğim dönemde, en kötü uçuk çeneme yerleşti. Üstelik bu sefer başka belalı arkadaşlarını da beraberinde getirdi... En az bir hafta kalırlar bende. Ben de "koca çeneli insan" olarak yaşarım bu dönemde!
Bu kadar kötü konuştuktan sonra müjdeli bir haberim var. Dün Yeditepe Üniv. Hastanesindeki Enfeksiyon Hastalıkları Uzm. doktor hanım, bana müjdeyi verdi. Bir tedeavi yöntemi varmış artık. Çok kuvvetli bir ilacı uzunca bir süre yüklüyorlarmış. Her hasta cevap vermiyormuş, ama en azından artık ümidim var... Herpes sahiplerine duyurulur...

3 Ocak 2009

Hayatımızı bu kadar hafife alamazlar...

7 gencecik insan öldü. Hem de büyük oranda ihmal yüzünden.
Yakasına kıravat takmaktan erinen, o ölen gencecik insanlar daha gömülmeden, ne olduğu, kimin hatası olduğu daha çözülmeden Cuma namazına gitmekten bahseden, kendi üzerine vazife olan işleri bir kenara itip çocukların üzeri çıplaktı diyebilecek kadar ne dediğinden bihaber biri çıkıp olayı değerlendiriyor.
Bu işler bu kadar basit olmamalı. Ortalıkta yüzlerce zehir gibi mühendis boş gezerken, daha olayları değerlendirmekten aciz, yaptığı işin öneminden habersiz, bilgisiz ve bilinçsiz insanlar o görevlerde olmamalı. İnsan hayatı bu ülkede bu kadar hafife alınmamalı...

Mekanları cennet olsun...

Televizyonda sabah işkencesi

Cuma günü evdeydim. Bir iş gününde evde olmanın büyük mutluluğunu yaşadım. Sabahtan yapmam gereken işleri bitirdim ve saat 11 sularında oturdum TV'nin karşısına. Aksilik ya, film kanallarındaki filmleri ya seyretmişim ya da hiç seyretmek istemeyeceğim filmler var. Açtım tematik kanalları, yine aynı durum; ya seyretmişim ya da hiç ilgimi çekmeyen konular. Kaldım ulusal veya yerel kanalların programlarına. Aslında biliyordum başıma gelecekleri ama bu kadarını gerçekten hayal dahi edememişim. Kadın programları vardı kanallarda ama ne programlar. Bir kere kadın programı olmanın ön koşulu programda birileri göbek atacak. Bu önemli görevi sunucu, program konuğu ya da davetliler ya da hepsi birden yapacak. Programlarda içerik yok. Program konuğunun özel yaşamı (ki dünkü programlada konuk Fatih Ürek, Arto ve ismini bilemediğim ancak aynı kategoriden başka insanlar), yeni albüm çalışmaları ve diğer meslektaşları hakkındaki düşünceleri, içeriği oluşturuyordu. Bir kaç yerel kanalda yemek tarifine de rastladım ki bu bence gerçekten çok daha faydalı bir konuydu...
Azap dolu bir saatin ardından düşündüm. 4 yıl gazetecilik, 2 yıl halkla ilişiler okudum. Türkiye'deki en iyi televizyonculardan, halkla ilişkilerin pirilerinden ders aldım. Televizyon kanallarında hem çok reyting alan hem hiç almayan programlarda, programcılara çalıştım. O zamanlar da da televizyon eğlence aracıdır derdik ama eğitim bu kadar geri planla değildi. En azından seçenek vardı, isterseniz Türkçe'yi doğru konuşan birilerini izleyebilir ya a bir konunun uzmanının görüşlerini öğrenebilirdiniz. Dün seyrettiğim programlarda gece kıyafeti ile sabah programı sunan sunucular kendilerini "uzman", "geliyom, hadee" gibi sözcükleri de normal sanıyorlardı.
Türkiye'deki ev kadınlarının çoğunun o saatlerde ekran başında olması çok normal. Ama o kadar kanalda bir tane mi elle tutulur birşey olmaz! O programcılar, sunucular yaptıkları programları kendi annelerinin, kardeşlerinin seyretmelerin isterler mi? Boş konuşmalardan, göbek atmaktan, çiftleri birbiriyle tanıştırmaktan, bağrış çağrış kavga eden insanları göstermekten ya da manevi sömürü yapan dramaları tüm gün yayınlamaktan daha fazla verebilecekleri hiçbirşey yok mu Türk kadınına? "Milletçe eğitimsiziz, gittikçe cahileşiyoruz" derken hiç m dönüp bakmazlar kendi programlarına?
Bu programlar da olmalı, evet, bunlara da ihtiyaç vardır elbette. Ama bu kadar yoğun değil. Bu kadar basit de olmamalı. Bence her geçen gün daha kötüye gitmemizin sebeplerinden biri de bu. Basitliğin topluma kanıksatılması...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails
 
Copyright 2009 mynameismelis