28 Aralık 2012

Kalın kırmızı çizgi

2012 bana zordu...
Planlarım çoktu, olmadı...
Boştan aldım, doluya koydum, yemedi...
Dönüşü olmayan adımlar attık.
Sonuçlarını bilmediğimiz yollara saptık.
3 iken 2 kaldık...
Güzel olan şey sağlığımız yerinde. Değerini, kaybetmeden bildiğim tek konu.

Şimdi yepyeni bir yıl önümde.
Yepyeni başlangıçlar.
Yeni kurulan hayat, yeni düzen.
Yeni planlar.

En baştan başlamak...
Korkutucu olduğu kadar heyecan verici.
Yıkıcı olduğu kadar ümit de taşıyor içinde.
Zoru başarmak değil miydi benim hep yaptığım.
Küllerimden doğarım nasıl olsa yine...

2013 benim yılım olmayacak biliyorum ama insanoğlu umut ettikçe yaşarmış. Hayal kurdukça varmış.
Hala hayallerim, umutlarım, sağlığım ve en güzelinden sağlıklı canım oğlum var...

Üzerine kalın kırmızı bir çizik attığım 2012, git artık.
Sevmedim seni...



24 Aralık 2012

Bende var o ruh, hissediyorum!

Bana da noel gelse. Ben de christmas tatili istiyorum.
Yılbaşını değil noeli kutlarım bu gerekliyse...
Bütün dünya bilmemkaç gün christmas tatili yapacak; ben burada çalışıcam! of ya..
Benim de christmas ruhum var, hissediyorum!
Ben de noel babaya inanabilirim delicesine.
Kafama geyik boynuzu taçlar takıp, ağzımı kulaklarıma değdirip mutlu noeller diyebilirim, çanlar çalarak girilen dükkanlara.
Kırmızı-yeşil kazaklar giyip, kapının dış mandalına kadar noel hediyesi alırım.
Evde tarçın kokulu mumlar yakıp, yeşil şeker hamurlu kurabiyeler pişirmeyi bile denerim
Christmas şarkıları da dolayabilirim dilime, ne var...
Olmaz mı ya? Bana da 2 hafta tatl olsa?

20 Aralık 2012

Karakış

Bildiğin kar yağıyor burada.
Arabalar, insanlar kayıyor.
Çok hazırlıksız yakalandım ben bugün.
Kar modumda değildim hiç.
Ayrıca yine organizasyon öncesi stres yaptı bende..
Eh be kar, hep ben yoğunken yağıyorsun. İzin alıp evde Demir'le geçirebileceğim bir günde yağsana doya doya...

13 Aralık 2012

Şuur ve şuursuzluk

Şuursuzum.
Şuursuzsun.
Şuursuz.

Takıldım. Sık duyuyorum bu ara, popüler kelime sanıyorum.
Üzerine hiç düşünmemiştim. Şuursuzca hareket ettiğim pek olmaz zira. Şuursuzları severim ama. Eğlenceli gelir.
Kendimi hiç şuursuz düşünmemiştim. Düşünmeliyim galiba. Eğlenceli olabilirim. Şuursuzlar sorumluluğunu taşımazlar di mi olayların?
Sevdim bu işi.
Şuursuzluğu deneyimlemeliyim bir süre.
Şuurlular, bana biraz müsade...


12 Aralık 2012

12.12.12

Tarih çok güzel, bir post lazım :)
Bugünü garip bir şekilde dilek günü ilan ettiler. İnsanlar dileklerini radyolarda ilan ediyorlar. Tuhaf milletiz vesselam...

10 Aralık 2012

Kostüm mü dedim?

Bilenler biliyor beni, öyle kılıkla kıyafetle pek işim yoktur normalde. Ama bir haller oldu ya bana yine bilenler biliyor; kılığa kıyafete de düştüm bu aralar.
Hatta o kadar ki dün akşam kısacık bir bölümünü izlediğim mission impossible 4'teki Jane'in kostümünü pek beğendim.
Unutmadım, işe geldikten sonra araştırdım. Sırttan görünüşü bulamasam da - ki sırtı süperdi- bu elbiseyi diktirmek ve giymek için "etkinlik" düşünüyorum dünden beri...
Ah ah, ne oldum dememeli...


7 Aralık 2012

Pilli miyango

Aman Tanrım çok heyecanlandım.
Bana bu yılbaşında piyango çıkma ihtimali var!
Algıladım mesajı.
10 bilet alacağım. Hahaytt..

5 Aralık 2012

Müzik

Kerem Görsev
Ferit Odman
Kağan Yıldız

CKM'de verdikleri konserde"müzik" dinlediğimi anladım.
Yazmak istiyorum ama ne yazabileceğimi bulamıyorum.
Adamlar müzik yaptı, biz ağzımız açık dinledik.
Öyle güzel çalıyorlar ki  kendileri de çok eğleniyor, beğeniyor.
Harikaydı, tek kelimeyle...
Hele o Ferit Odman, akıllara ziyan...
Son zamanlarda yaptığım en akıllı seçim olmuş bu konser....

28 Kasım 2012

Bloga itiraf

Yıllar yıllar önce bu blogu açtığımda reklamdı,halkla ilişkilerdi, pazarlamaydı yazar çizerim demiştim. Ara ara özel konular da serpiştirmiştim.
Aradan yıllar geçti, anne olunca huyum suyum değişti, bolca Demir ile az ilgi alanları oldu blogun amacı.
Dedikodu yaptığım da oldu ya bu dönemlerde sık sık hiç bu kadar üst üste bunalım yazıların olduğunu hatırlamıyorum açıkçası.
Hayat bana ne gösterirse ben de onu gösteriyorum galiba sana blog.
Bugün dikkat ettim de amaçtan çokça sapmışım; kusura bakma...
Ama sabırlı ol, hayat yeni gösterime başlayacak, yakında...

Chris Rea

Uzun zamandır dinlemediğim Chris Rea'ya takıldım bu ara, enteresan...
Geçen hafta depoladığın enerjimin beni 1 ay götüreceğini sanıyorken 5. günde bitmesine ne demeli?.
Mantıkla hareket etmeye çalışıyorum ama sınırlarımın zorlamanmasının ötesinde durumlar yaşıyorum.
Savaşmam gereken bin konu varken yenilerini ekleyenlere avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Saygı problemi olan insanları artık ben de istemiyorum.
Beni analiz etmeye, hislerimi bana anlatmaya çalışanlara uyuz oluyorum.
Akıl verenlere, daha önce bu durumu yaşamadıysan - ki yaşamamışsın - aklın sana kalsın demek istiyorum.
Sinirlendiğimde, üzüldüğümde ya da herhangi başka bir konu ile ilgili konuştuğumda bana "anlayışla" bakmaya çalışan anlamsız gözlerden de hiç hoşlanmıyorum.
Aklıma son zamanlarda çokça De.miri alıp uzaklara gitmek geliyor... 

27 Kasım 2012

Sonuç aynı...

Tesadüfün bu kadarı. Farklı açılardan bakmışız ama çıkarım aynı...




Tanrı’nın insana gönderdiği en kutsal şey kitaplar değildir…

Akıldır…
Uygar dünyayı yöneten demokrasi kutsal kitaplarda yoktu…
Sınıfların eşitliği, bedenin dokunulmazlığı, kadın hakları, insan hakları, laiklik, evrensel hukuk…
Ne kullandığımız takvimler, ne de organ nakilleri, ne radyo dalgaları, ne antibiyotikler, ne bilgisayarlar…
Hiçbirisi kitaplarla gelmedi…
Akılla geldi…
*
Tanrı’nın insana verdiği en mübarek şey:
Akıl…
Onu sana veren işlesin diye verdi ya…
*
Şu haline bak…
Dünyanın en en bereketli topraklarının üzerinde yarı tok, yarı açsın…
Ve dünyanın en katmer katmer kültürü üzerinde üretimden, teknolojiden, sanattan, bilgi zenginliklerinden yoksun…
Üzerindeki ceketin modelinden…
Ayağındaki pabucun astarından…
Gözündeki gözlüğün çerçevesinden…
Bindiğin arabadan…
Bereket beklediğin traktöründen ununu veren değirmenine kadar…
Bir teki olsun senin değil…
Aklını kullananların eseri…
*
Şeker şurubundan bal, patatesten tereyağı, benzinden votka yaptın da dünya kimyacılarışaşırdılar…
Ama bir ağrı kesici yapamadın…
Canın mı sıkıldı bu işlere, al bir Alman hapı…
Ve daya sırtını Rus doğalgazlı peteğe, geçer…
*
En çok beslenme eksikliğinden çocuğun öldüğü…
En çok işçinin çalışırken yaşamını yitirdiği…
En çok annenin doğumda can verdiği…
En çok kadının bıçaklandığı…
En çok gencin intihar ettiği ülkenin bireyisin…
Neden?..
*
Dört yanın ateş…
Kurşunlar vızır vızır…
Kan gölü içindesin…
Çocuklarını alıyorlar elinden…
Aklın ermiyor…
*
Ne diyeyim…
Aç gözünü artık…
Yol ver Allah’ın verdiği akla…
Takılma şu yobazların peşine, bin senedir geldiğin yeri artık gör…
*
Niye evde öyle söylenip durduğunu biliyor musun?..
Çünkü aklın dahi senden şikâyetçi…
Kör gözlüm…


Bekir Coşkun



Beyin

Tanrı insanoğlunun vücüdunun en tepesine kafa yerleştirmiş.
İçine de çok önemli bir organı koymuş; beyin.
Niye? Kullansın diye.
Hatta öyle müthiş bir yapıdaki o beyin, küçücük bir kısmını kullansak dahi hayatımızı rahatlıkla sürdürebiliyoruz.
Beyninin büyük kısmını kullanmaktan bahsetmiyorum, stadart bir kullanımdan bahsediyorum.
Basit.
Düşünerek hareket etmek; birçok sorunun önüne geçebiliyor.
Tanrı o beyin sayesinde düşünmemizi ve düşünerek doğru yolu bulmamızı istiyor.
Her konuda.
Koca bir beyin vermiş; küçücük bir kısmı bile yetiyor...
"Kullan" diyor. Sadece kullan.

15 Kasım 2012

Ne hissediyorsun?

Bu aralar daha fazla duyduğum bir soru kalıbı yok sanıyorum.
Ne hissediyorsun sorusundan daha çok nefret ettiğim bir dönem de.
Ve bu soruya verecek cevap bulamadığım da hiç bu kadar olmamıştır herhalde.
Benim haricimdeki herkesin ne hissettiğim konusunda fikir sahibi olması da.

"Türk tipi insan zor günlerde anlaşılıyor" kanaatindeyim. Yakın, uzak farketmez; vazife biliyor herkes üzerine. Enteresan ya da kötü örnekler verme, yangına körükle gitme, aşırı tepki gösterme, başka konu konuşamama, batıllıkta zirveye ulaşma, olaya müdahil olma arzusu da cabası. Böyle zamanlarda alıp başımı gitme isteğim doruk noktalara ulaşırken, Amerika'dan döndüğümüze de maksimum pişman oluyorum.

Bazen bana bu soruyu soranların benim ne hissettiğimle yakından uzaktan alakasının olmadığını; kendi düşüncelerini ya da hislerini bana anlamsızca empoze etmeye çalıştığını düşünüyorum. Durum analizi yapmak her babayiğidin harcı olmamalı be blog. Anlatmamı isteyen, dinlemeyi bilmeli.

Ne mi hissediyorum blog, bak sana yazıyorum:
Bunları yazarken hiç iyi hissetmiyorum mesela. Ağzıyla soru sormayan ama gözüyle ciğerimi görmeye çalışan bakışlar da hiç iyi hissettirmiyor. Üst üste gelen ve detay soranlar ve kafasına göre beni konumlandıranlar da hiç iyi gelmiyor. Benden fazla fikir sahibi olan ya da benden aşırı tepki verenler de inan iyi hissettirmiyor.

Ne zaman mı iyi hissediyorum: geleceği düşünebildiğimde...
Benim yaşadıklarımı yaşamış insanların beni anladığını hissettiğimde. Plan yapabilme gücüne sahip olduğumu düşündüğümde. İlk ve son olmadığımı hatırladığımda...

12 Kasım 2012

Top yuvarlak

İlk yarı bitti.
1-0 yeniğim.
Devre arası.
Soyunma odasında taktik alıyorum.
Doğru taktik verebilen az.
Herkes aynı anda konuşmasa daha rahat duyarım...
Eleyebiliyorum ya da istemediğimi duymuyorum.
Heyecan var, hırs, öfke, inat...
Belirsizlik korkusu.
Endişe.
Suçlayacak birini arayanlar var.
Bu bir takım oyunu.
......
İyi bir maç olmasını istemek belki de yapılması gereken.
Kazanmak amaç olmamalı mı?
Keyif mi almak lazım her anından?
Gitgide hırslanan taraftarı ne yapmalı?
Oyunculardan çok kendini hırpalayanları?
.......
Rakip de endişeli.
Onun önünde de aynı süre var. Aynı süreç...
Tehdit ve tehlikeler.
Hırs, inat, öfke...
Kararsız kararlılık.
.......

Top yuvarlak.
45 dakika uzun süre.
Takım arkadaşlarım var.
Oyuncu değiştirme hakkı da.
Herşeyi kaybetmek de var.
Kazanmak ya da berabere kalmak da.
Bilinmiyor sonuç.
Tahmin bile edilemiyor....


8 Kasım 2012

İnadına inadına

Yazasım, çizesim var bu aralar.
Abuk subuk konular hakkında uzuun uzun görüş bildiresim de var.
Dün gittim saçma sapan alışveriş yaptım, o renk pantalonun üzerine ne giyeceğim, hiç fikrim yok ama daha çok alasım var.
Demir'i alıp tatile gidesim, günün 4 saati masaj yaptırasım da var.
Yeni projeler var kafamda, onay alıp hepsini uygulayasım var.
Merkeze gidip, o iş öyle yapılmaz; böyle yapılır diyesim var.
Sabahlara kadar film seyredesim, leziz yemekler yiyesim var.
Uzak ülkelere gidip, yeni yerler göresim var.
Fotoğraf çekesim, motora binesim, spor yapasım da var.
Bunalım dönemlerinde kaçan enerjim, bu sefer beni kovalıyor.
Herşeyden inadına inadına, daha çok yapasım var... 

7 Kasım 2012

Araştırma sonuçlarını bildiriyorum

Kaç gündür yollarda geçen zaman beni bir araştırma yapmaya itti. Araştırmamdaki konu araçların renkleriydi. Ve şunu tespit ettim sayın okur:
Sabah saatlerinde işe giden insanların araçları TEM, E5 ya da sahil yolu kullanması fark etmiyor, sıkıcı renkler. Yani genelde gri, bal köpüğü ve beyaz gibi sıradan renkler... Biraz daha büyük ve pahalı bir araçsa siyah. (Arada sarılar, kırmızılar, lacivertler çıkıyor sanırım içi aydınlık ajans çalışanlarına ait olalar...)
Bunların çoğu şirket aracıdır tabii, plakalarda filo isimleri var, bir kısmı giydirilmiş... Ama % 90 diyebiliriz bu renk araçlara. Kullananlarda tek tip genelde, gırtlağa kadar çekilmiş kıravatlar, koyu renkli takım elbiseler, saçlar yandan ayrılmış hafif jöleli. Kadınlar ise renk konusunda biraz daha cömert, boyna bağlanan fularda renk var adam akıllı ama illa ki "ben havalıyım" bakışları ile güneşin olup olmadığı farketmeden kullanılan dev gözlükler... Giydirilmiş araçlarda bile tercih edilen renkler bu sıkıcı olanlar. Logolar bu zemin üzerine yapıştırlıyor bir de illa ki maksimum iddialı bir slogan...
Öğle saatlerinde yolculuk yapıyorsanız eğer, biraz daha fazla şansınız var renkli arabalar, insanlar görme konusunda. Şirket arabalarından giydirilmişlerin sayısı artıyor, havuz araçları devreye giriyor. Ama bunun yanında modeller çeşitleniyor, kırmızı arabalar, spor modeller ve eski modeller çıkıyor piyasaya. Gündüz insanının hayatı biraz daha renkli, biraz daha canlı ortalık. Giyimler farklı, bakışlar donuk değil bu saatteki kullanıcılarda. Otomobil reklamlarında kullanılan sahneler gerçeğe biraz daha yakın; gülen insanlar bile var içlerinde. Şarkı söyleyen, ritm tutan...
Ama her yolda bu kadar değil. TEM mesela renkli arabaların yine çok tercih ettiği bir yol değil. Sabah saatlerine göre daha fazla olsa da..

Gözlemlerim aslında daha detaylı ama bana faydası ne? Niye manyak gibi oturup yazıyorum bunları? Bana ne kazandırdı?
Cevap veriyorum: Eğlence çıktı. Bu durumu "incelemeye" başladığımdan beri yol daha zevkli hale geldi. Araba saymaya başladım, kaçı ne renk, plakaların altlarındaki filo yazılarına bakıyorum, kullanıcıları analiz ediyorum.

Sonuç; kariyerimde olur da bir devrim yaparsam ve otomotiv sektörüne geçersem elimde gayri resmi sonuçlarla gözlemlerim var...

Bir de şöyle bir sonuç çıkarabiliriz hep birlikte; İstanbul'da yaşam insana böyle yavaş yavaş kafayı yediriyor cicim. Anlamıyorsun bile...


23 Ekim 2012

Back to black

Erken gittin be Amy. Bu yaşa kadar bu kadar canavar şarkılar çıkaran kafan yaş aldıkça kimbilir neler çıkaracaktı...

Çok keyifli seni dinlemek, evire çevire, kim bilir kaç aydır...

Toprağını sev cicim...










http://en.wikipedia.org/wiki/Amy_Winehouse

22 Ekim 2012

İçini döken insan

İşle güçle ilgili eleştirilere tahammül ederim, alınmam, eleştiryi haklı bulduysam üzerine bile gidebilirim.
Ama bana direkt yapılan eleştiriler beni delirtir. Delirmek üzereyim galiba. "Normal olmak" ne kardeşim, illa ki aynı mıdır duygularını anlatmanın yolu? Birinin omzunda ağlayarak mı rahatlar sadece insan? Ya da zor durumlar hep "paylaşınca" yok mu olur?
Öyle değilim işte. Memnunum bundan hatta. Bak, paylaşmak istediklerimi yazıyorum buraya. Anlatıyorum da istediğim kadarını birilerine. Yetiyor işte bana.
Akşam içtiğim şarabı "omuz" olarak kullanıyorum belki, kime ne! İnsan olmak demek herşeyi aynı yaşamak mı demek? Ya insan değilim ya da aynı.. Karar senin.
oh be. rahatladım.

17 Ekim 2012

Şimdi oyuncaklar elimde

Bu yıl benden neyi alıyor ve ne veriyor hala anlayabilmiş değilim. (Bkz. kürekli yazı)
Herşeyi kabullenmeye çalışırken bir yandan, yıllardır yapmak istediğim ama asla öncelik listemde üste alamadığım işleri başarmaya başladım sırayla...
Tuhaf demek istiyorum bu duruma ve diyorum ki Tanrı  insanoğlunun dibe vurmaması için çok büyük birşey kaybettiğinde bile eline oyuncaklar veriyor. Oyalansın ki unutsun...

16 Ekim 2012

Çağırırsan gelirmiş

35 yıllık tecrübe sahibiyim şu hayatta. Şunu öğrendim. Çağırırsan geliyor...
Bunu istediğin gibi yorumla arkadaş; "çok istediğini mutlaka başarırsın" de, "iti an çomağı hazırla" de, ne istersen de. Ben diyorum ki "çağırırsan gelir"...
Takıntılı halde düşündüğüm, üzüldüğüm şeyler dönüyor, dolaşıyor başıma geliyor. Birini kınıyor muyum, al sana diye kafama bir kürek iniyor. Birini eleştiriyor muyum, birine çok mu üzülüyorum, küüüt diye bir kürek daha...
Öğrendim diyorum. Ama yine yapıyorum. Ben değişmiyorum ya da değişemiyorum. Ve yine kürek...
Büyük dersler alıyorum şu sıralar hayattan. Fazlaca büyük ve sonucunu bilmediğim dersler. Kürek üstüne kürek yani.
Bazen diyorum ki bu dönemi de atlatırsam kürek mürek kalmaz artık. Ama sonra yine erken davrandığımı farkediyorum, bırak diyorum. Artık çağırma, gelmesin...



15 Ekim 2012

Kafa Yapısı Sorunu

Fotoğrafını çekemedim amaa...
Pazartesi sabahının köründe,
Kozyatağı'ndan TEM'e bağlanmaya çalışırken berbat trafiğin içinde,
Tek şeritli yolda, 3. şeridi yaparak ancak İstanbul'da rastlanacak bir kişilik sorununa sahip,
Belli ki dünden kalma gelin arabası; arkasında yarısı uçmuş çiçeklerle isimlerinin baş harfleri yazılı aracın,
"meleğimi aldım, cennete gidiyorum!" gibi hele de trafikte yaptığı hareketlerle çok başka anlamlar çağrıştırabilen yazıyı yazan sahibi...
Nasıl bir kafa yapısına sahipsin yahu?

4 Ekim 2012

3 Ekim 2012

Özdemir Asaf'sız olmaz ki...

Yazan yazıyor arkadaş...
Adam yazmış.
Hep yazmış.
İki cümleyi yan yana koyduğunda bile; benim bir saatte anlatabileceğimden daha çok anlam yüklemiş.
Uzun zamandır okumuyordum şiir miir. Feysbukta gördüm Özdemir Asaf'ı. Geçmişe özlem midir nedir, okudum bir çırpıda sevdiğim bütün şiirlerini. Unutmuşum bir çoğunu...
Sende de kaydı olsun be blog.
Özdemir Asaf'sız olmaz ki...


Eskisi kadar özlemiyorum seni
Eskisi kadar özlemiyorum seni,
Ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda.
Adının geçtiği cümlelerde, gözlerim dolmuyor.
Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
Biraz yorgunum.
...Biraz kırgın.
Biraz da kirletti sensizlik beni!
Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
“İyiyimler” yamaladım dilime.
Tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni.
Gel diye beklemiyorum artık,
Hatta istemiyorum gelmeni.
Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
Arasıra geliyorsun aklıma, banane diyorum.
Benim derdim yeter bana banane!
Alıştım mı yokluğuna?
Vaz mı geçiyorum, varlığından?
Tedirginim aslında,
Ya başkasını seversem?
İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem.

Özdemir ASAF

11 Eylül 2012

2012 yaz sezonu kapanışı

Dün gece 21.30 itibarı ile sezon finali yaptık.
Belkide hayatımın en organize yazını geçirdim, 4 aya irili ufaklı 4 tatil sığdırdım. Hastalıkla başladık, -kendi rekorumu kırarak- kapkara bitirdik.
Ve blog kulağına küpe olsun diye işte 2012 yaz sezonu:
  • Kıştan çıkıp Haziran'da tatile gitmek delice motivasyon sağlıyor.
  • Sezonun bu kadar başında ve tek tatil planlamak çılgınlık; yazın geri kalanını "vah vah"lı geçirir insan. 
  • Güneye de gitsen Haziran Hazirandır kardeş. Akşamı serin, denizi soğuk.
  • Haziran ayında bronzlaşmak güzel de, beyazsan ay sonuna hiç tatile gitmemiş gibi oluyorsun.
  • Temmuz ayı en güzel tatil ayı. Seçilen yerin çok önemi yok, deniz ısınmış, hava sıcak, misss...
  • İzmir biçilmiş kaftan Temmuz'da (gerçi bana göre her ay İzmir güzel ya...)
  • Yaz ruhu insanın içine işlemeye başlıyor, güneye taşınıp, orada yaşama; internetten para kazanma hayalleri...
  • Temmuz insanları güzelleştiriyor bence, bronzlaşmak; stresin azalması; tatil modu, işyerinde bile hemen bitiyor günler...
  • Ağustos'ta biz Şile'deydik; yine güzeldi, akşamları serinlemeye başlasa da..
  • İyice yaz modunu benimseyen insanoğlu, rahat, gamsız, yiyelim, içelim, eğlenelim ruh hali...
  • Ve eylül başında son tatilde yine İzmir. Hep İzmir. Hayat mı başka orada ben mi başkayım? Refresh tuşuma basılmış gibi oldum şu 4 günlük sezon finalinde. Deniz güzel, rüzgar güzel, güneş güzel, ay güzel. Balık mevsimi geldi, ayrı güzel...
Bu 4 ay bana yine yetmedi her yıl olduğu gibi.
Yılın 8 ayı yaz, 4 ayı kış olsa ya! Bak yine tadı damağımda...

5 Eylül 2012

Durum analizi

Ya 35 yaş ya da yaşanmış yıl sayısı beni zorladı bu yıl. 30 yaş bunalımı olursun demişlerdi, olmamıştı; Demir'in 2 yaş bunalımı da bir yıl sonra tezahür etti zahir, buradan şunu çıkarabiliriz ki genlerimde bazı hislerin gecikmesi durumu söz konusu...

Ve aslında galiba daha salim kafayla düşündüğümde anlıyorum ki bunalım değil bu yaşadığım. Çok başka birşey. Farklı açıdan bakmaya, bakabilmeye başladım. Gördüklerim aslında biraz görmek istediklerimmiş aslında. Yaşadığım, yaşamak istediğim. Ve galiba zorlayıcı, dayatmacı olan benmişim, ne kötü.

İçimi dökmek istiyorum aslında ama bu bile zor geliyor bana son zamanlarda. Konuşmak susmaktan daha zor geliyor. Birşeyleri anlatmaya çalışmak, karşımdakinin doğru algılamasını beklemek yoruyor beni.
İşte değil; işte sonuna kadar uğraşabiliyorum. Ama iş saatleri dışında pes ettim galiba.
Düşünmemek, yaşamaktan çok daha rahat. Farkına varmaktansa arkamı dönmek...

Farkındalığım, algım değişti, yorumlarım, düşüncelerim, planlarım. Cepte değilmiş ki hayat. Yaşananlar da yaşanacakların kanıtı değilmiş. Aynı nehirde iki kez yıkanılmazmış, tecrübeyle sabit...

Son zamanlarda herkes bende birşeyler hissediyor. Kimi bu halimin bende "çok daha iyi durduğunu" düşünüyor, kimi birşey var, bir gariplik ama anlamıyorum diyor. Yani aslında beni tanıyan da yokmuş benim taıdığımı sandığımın olmadığı gibi...

Geçen bambaşka konuları konuşuyorken hiç farketmeden toplantının konusu haline dönen "tesadüf değildir aslında hiçbir yaşanan, olması gerekendir; şu anda olan da budur. Konunun burya gelmesi belki birşey ifade ediyordur" denen ve sonrasında hiç olmayacak bir şekilde beni etkisi altına alan konuşma da tesadüf değilmiş aslında. Sonrasında olanlar, öncekileri yargılatıyor artık bana. Yargı, önyargı...

Kurduğum şu cümleler birkaç yıl sonra ne ifade edecek bilmiyorum ve bu yazdıklarımı yine benden başka anlayan olacak mı, sanmıyorum blog. Ama yazdıkça üzerimdeki yük biraz daha hafifliyor. Işık görüyor muyum, hayır. Çözüm bulabiliyor muyum, hayır. Ama kendimle ilgili yeni şeyler keşfettiğimi görmek, belki bir anlamda geliştiğimi hissetmek, hoşuma gidiyor, enteresan.

Bir insanın hayalleri bile değişirmiş be blog. Yıllardır kurduğum hayaller artık öyle uzak ki. Ve yeni hayallerim öyle bulanık... Zaman kavramı değişmişti bende Demir doğduğunda. Onun büyüdüğünü neredeyse saatlere bağlı geliştiğini görmek farklılaştırmıştı zaman kavramımı. Ve işte yine değişti zaman. Hızı da değil bu sefer içerik değişti galiba Demir'le geçirdiğim zaman dışında. Anlayamıyorum.

İnsan enteresan, bu ruh halim ile kimse ilgilensin istemiyorum. Yorum yapılsın istemiyorum. Ama tutup bunları sana yazıyorum be blog. Dünyanın en kolay ulaşılabilecek yerine koyuyorum. Bunları yaşayan biri var mıdır, çıkacak mıyım işin içinden mi diye sorguluyorum herhelde içimde. Onu da bilmiyorum.

4 Eylül 2012

Zor

İnsanın inanmadığı şeylerle başa çıkmaya çalışması, kendine ters düşmesi ne zor.
Hani zor şeyler zevk verirmiş ya insana, yalan. Bana hiç zevk vermiyor bu zor şey.
Kendimle bile konuşmuyorum ya aslında, anlatmak istedikçe daha çok susuyorum, kaçmak istedikçe duruyorum ya. Çok zor...
Neyse ki en güzeli var elimde avunabildiğim, çok şükür... 

3 Eylül 2012

Boşuna...

Yazıyorum, çiziyorum ama gazeteleri gördükçe, şehitleri duydukça yazdıklarımın hiç bir anlamı kalmıyor ki...

28 Ağustos 2012

Dua

Dün gece Dem.ir'e dua etmeyi öğretiyordum.
Önce ben ettim, sağlık, mutluluk istedim. Sonra sıra ona geldi; ilk duası şuydu:
Allahım, yarın annem işten erken gelsin. Amin...

17 Ağustos 2012

Odunsan odunsundur

Nezaket, zerafet, kibarlık gibi incelik gerektiren düşünce/yaşama biçimi içten gelen bir hareket bence. Yani bir insan sinir stres oranına bağlı olarak nezaketini kaybediyorsa odun gibi davranma becerisine sahipse bence o zat zaten özünde bir odun. Hep odun olarak yaşamayı bir şekilde engelleyebilmiş ama çeşitli durumlar karşısında deliklerinden odunlukları fışkırmaya başlıyor işte.
Odunsal bir telefona maruz kaldım az önce.
Odun, odun gibi davranınca sorun yok. O zaten odun...
Ama ara sıra na-odun, ara sıra odun olmaz be güzelim...
Şu odunların alnının ortasına, aynı odunlara çakıldığı gibi bir künye çakılsa mesela ve tercihe kalsa bu durum ilişki kurmak anlamında. Ne iyi olurdu ya....

İtiraf: Ofiste mail boxa gelen mailler köşedeki kutucukta görünüyor ya, 2 sözcükten oluşuyorsa ve odunsal bir tutumla yazılmışsa o maili mümkün olduğu kadar uzun süre açmıyorum mesela.

10 Ağustos 2012

Ne zormuş meğer karar vermek

Demir'i İzmir'e gönderiyoruz, tatil için. Yanında 10 kişi var neredeyse ama elbetteki ben hala verdiğim kararı sorgulama halindeyim. Tam 6 gece 7 gün kalacak orada. Bensiz ve babasız. Daha önce de iş için gittiğimde ayrı kaldığımız olmuştu elbette ama o zaman kendi evindeydi ve mecburi idi. Bu seferki keyfi...
Şimdi benim psikolojik desteğe ihtiyacım var. 3 yaşında çocuk gönderilir mi? Gönderilirse dayanabilir mi? Gerek var mıdır gitmesine? Yaptık bi numara, henüz yola çıkmadan vazgeçmek mi lazımdır acaba? Yoksa 3 yaşında da olsa özgürlüğün tadını almalı mıdır yavaş yavaş? Anne de ondan keyfi olarak ayrılmayı tercih ettiği  birkaç gün geçirebilecek midir? Yoksa kendi kendini strese mi sokacaktır?
İmdat, help, SOS!

7 Ağustos 2012

Sen nerdesin, ben nerede?

Biz daha en temel sorunlarımıza çözüm bulamazken, hatta aramaya başlamamışken adamlar Mars'a 2. aracı indiriyorlar. Hem de araca öyle programlar yüklüyorlar ki araç marsın yüzeyine kendi kendine inebiliyor. Şimdi orada yaşam var mı araştıracak.

Bizim "medya" ne kadar ilgi gösterdi olaya, web sitelerinde küçük karelerdeki haberlerden biri, yanında bilmemkimin tatil önerileri var. Biz de hala selülitler ya da yanyana görüntülenenler Mars'tan daha ilgi çekici. Kıymeti o kücücük kare kadar yani. Her habere onlarca yorum yazan okuyucular bu habere 3 yorum yazabilmiş...
'Curiosity'nin gönderdiği ilk fotoğrafmış bu. Kimbilir daha ne bilgiler gelecek... Merakla takip ediyorum.

Biz de memleketçe bu arada eğitim sistemine karar vermeye çalışalım. Adamlar Mars'a 2. aracı gönderecekleri kadar gelişmiş beyinler çıkarsınlar ortaya, biz de kredili sistem, SBS, 5,5 yaşında okula gidecek minikler, üniversite sınavı kaç basamaklı olsun gibi çözülmesi zor sorularla uğraşalım...

Kanaatim şudur ki Mars'a gönderilen uzay aracına yüklenen programların 100'de biri bize yüklense hayatımız değişir...



1 Ağustos 2012

Ben varım



Sevdim ben bu adamı. Kitaplarını okumaktan da çok keyif almıştım, TV programı da formatıyla çok hoşuma gitmişti. Şimdi albümünü aldım ve kesinlikle doğru seçim yapmışım diyorum. Yumuşacık bir albüm, harika seçimler. Çok daha iyilerini dinliyoruz elbette ama saksafonu da güzel çalmış kerata!
Dün akşam eve giderken yine dinledim özellikle de “Ben Varım”ı. Bu sefer en sevdiğim modda, o kadar açtım ki sesini, bağıra bağıra söylememe rağmen kendi sesimi duyamadım bile; konserdeymişcesine.


Ayrılmam istersen hiç yanından
Çağırsan gelirim çok uzaklardan
Eskiden korkardım yalnızlıktan
Korkmam artık sen varsın

19 Temmuz 2012

Tatil gelmiş, hoşgelmiş..

Biz gidiyoruz.Yani tatile. Demir'le ben. Yazlığa. Oh...
Doğayla hayal ettiğim kadar değil belki ama denizle sıkı fıkı olacağız. Demir günlerdir bahçeden toplayacağı domatesin, biberin hayalini kuruyor.

Hamakta uyuklamaya, terasta güneşlenmeye, sabah kahvaltı yapmaya, çimenlerde yalınayak gezmeye, huzuru bulmaya gidiyorum ben.
Alaçatıdan incik boncuk, sığacık pazarından "organik" almaya, teos'ta keyif yapmaya gidiyorum.

İşi düşünmeden, dert tasa edinmeden 10 gün geçirmeye gidiyorum.

İçime mutluluk dolsun, enerjim geri gelsin istiyorum.
Demir'le dipdibe olmak istiyorum.
Bu tatilden beklentim büyük blog.
Hadi tatil, başarabilirsin, biliyorum...

5 Temmuz 2012

Güneşle uyanmak

Doğayla içiçe yaşayan, hatta yaşamını bu yoldan sürdüren biri dün dedi ki:
"Doğada yaşamaya başlayınca ona uyum sağlamayı öğreniyorsun. Güneşle batınca yatıp, güneş doğarken kalkmam bu yüzden; doğada yaşayan diğer canlılar gibi..."
Ne güzel bir gözlem. Doğada yaşamak bana hep çok uzakken neden son zamanlarda doğanın, doğalın bana bu kadar cazip gelmesi enteresan...
Demir'i alıp uzun bir tatile gitmeyi hayal ederken bile bir küçük oteli değil, doğayı hayal ediyorum. Güneşle uyanıp, batınca uyumayı...

22 Haziran 2012

Güzel kız

Konuşurken, güneşte, ışıkta kısaca her bahaneyle alnımı buruşturur, gözümü kısarım.
Ve Demir'den aldım ilk uyarımı, hala gülüyorum...

"Alnını buruşturma güzel kız..."

20 Haziran 2012

Domino

İnsan hayatında dönüm noktaları olduğuna inanırım ben. Herşeyin üstüste gelmesi de o yüzden bence. Yani bir domino taşı düşüyor ve diğerleri de peşi sıra geliyor..
Yıllardır konuşmadığım bir arkadaşım çıktı karşıma dün. Kurduğu 5. cümleydi herhalde herşeyin üstüste geldiği, boşanmış, ailesiyle ilgili problemler, işten ayrılmış ve dahası... Dönüm noktasıymış bence boşanması, sonrası da ona bağlı gelişmiş, hayatıyla ilgili ardarda radikal kararlar vermiş.
Bir kere olmuyor ama bu dönüm noktaları, bariz olanları demiyorum, ünversiteden mezuniyet gibi. Planlamadan olanlar bahsettiklerim. Fitilin ucunu tutuşturanlar yani. Sen fitili hazırlamışsın aslında ama farkında değilsin. Küçük bir olay oluyor, fitil yanmaya başlıyor ve hepsi o andan sonra üstüste geliyor..
Bu postu okuyan eş dost merak etmeyin. Ateşlenmiş bir fitil falan yok hayatımda -en azından benim bildiğim-

13 Haziran 2012

Yarısı Yalan Olan Tatil Bile Candır

Tatil candır arkadaş.
Ailece 3 günü yataklarda geçirsek, kollara serum, popoya iğne yaptırsak, kilo verip gelsek de candır tatil.
Yenilendim, tazelendim, burnum koku almaya, hayat bir güzel görünmeye başladı gözüme. Tenim kendine geldi, keyfim de yerine.
Oh be. Bir yıl bunun için çalışıyoruz sloganına katılıyorum.
Bu Demir'le 3. tatilimizdi ve en zoruydu. Hastalıkla başladı, biz 2 günde iyileştik, Demir tatilin son günü toplarlandı. Ne yediğimizi anladık, ne yüzdüğümüzü ama yine de güzeldi be. Yazınca yine gidesim geldi...

Şimdi tatilden notlar:
  • Çocuk küçükse tatil köyüne ya da yazlığa gidile.
  • Birkaç aile birlikte gidildiyse büyükler için paten, kaykay, bisiklet vs. almak gerek. Pire gibi koşan çocuklara yetişmenin tek yolu...
  • Zahmet edip de kendine kıyafet koymamalı bavula, iki şort iki tshirtle geçiyor pekala tatil. Mühim olan küçük insan için yanına alabildiğin maksimum eşya ile yola çıkmak! Hele hasta olan çocuğun kirletebilme kapasitesi akıllara zarar!
  • Çocuk tatilde yemez! Buna rağmen enerjisi hiç azalmaz! Korkma...
  • Anne fotoğraf çekmezse kimse çekmez! Dımdızlak gelirsin öyle tatilden. Tak makineni boynuna çek bolca.
  • 50 faktörle korursan çocuğu tüm gün süt gibi getirirsin geriye. Ara sıra güneşi değdirmeli tenine...
  • İnsanlar yatak döşek yatarken otel odası insanın üstüne üstüne gelebilir, az daha para bayılıp "upgrade" odada kalmak faydalı.
  • Haziran başında gidilen tatil motivasyonu artırır tabii ama yaz 3 ay be kardeşim, bu tatil beni kesmez.

22 Mayıs 2012

Haftasonundan birikenler

Uzun sessizliğimi haftasonu "coşmama" sebep olan konuyla bozuyorum bu sabah...
Neden bir insan evladı, kız çocuğunun yaşıtları gibi koşup oynamasından, zıp zıp zıplamasından zevk almak yerine, küçücük ayaklarına giydirdiği topuklu ayakkabıyla gezdirmekten zevk alır ki?
Hadi salak firmaların bazıları küçücük ayak için topuklu ayakkabı üretiyor, bunu alan zihniyete ne denir ki?
Zaten ilerleyen yaşlarda o topuklar üzerinde olmadık cambazlıklar yapması gerekmeyecek mi o kız çocuğunun. Zaten boyu uzun, bacakları düzgün olsun diye insan anatomisine aykırı bir vaziyette  ayak topuğuna basmak yerine parmak uçlarında yükselerek bir topuğa binmeyecek mi? Nedir aceleniz?
Kız çocuğum yok, büyük de konuşmak istemem. Ama aklım/mantığım bana hiçbir koşulda bu zavallı çocuğa topuklu ayakkabı giydirmeyi açıklayamıyor.
Haftasonu Trump tower'da mickey gösterisi öncesi çocuk alanında onlarca çocuk koşturuyordu. Bunlardan biri de koşmaya çalışan topuklu ayakkabılı bir kız çocuğu. Ha düştü ha düşecek, ay ayağına başka çocuk basacak, bileği burkulacak, incecik zaten diye kızı takip etmekten Demir'i izleyemedim resmen. Ben o "hayret eden" insan pozisyonundayken annesi acaba "aslan kızım bak yaşıtlarından uzun oldun. Böyle topuklar üzerinde sekmeyi becerirsen seni 18 yaşında miss word yaparım" diye mi geçiriyordu acaba?

Bu arada yine aynı gün beni yine "hayrete düşüren" bir olayı daha anlatmadan geçmem blog!
Demir'in haftasonu "karakter değişimi" yaşaması, hayatında hiç olmadığı kadar asabi, tutturucu, çığlıkçı, inatçı olması bizi zaten stres altında tutuyordu. Su almak üzere gittik yöneldik büfeci abiye... O sırada bir anneanne ya da babanne insan da 3 torununa dondurma alıyordu ve Demir gördü! İkna gücümüz "yok"tu! Demir çığlık çığlığaydı. Ve kadın torunlarına dondurmayı uzatırken Demir'in tam elinin hizasına gelecek şekilde tuttu. Demir de üzerine alınıp dondurmayı alma hamlesinde bulundu ki kadın var gücüyle dondurmayı çekip, nefretle Demir'e baktı. Kadın aslanın ağzından kanlı eti kapma edasıyla "yavru ceylanına" uzattı. Ben de enteresan ruh halimin verdiği cesaretle kadına birkaç "güzel" cümle kurdum. Neyse ki duymadı(?) ve gitti... Benim anlamadığım şu, bu kadın insanı eminin gittiği günlerde "çocuk/torun sevgisi" konusunda mangalda kül bırakmıyor, sevgi dolu bir insan olduğunu gururla açıklıyordur. Bu gibi durumlarda şu "click" filmi gibi olsun istiyorum, geriye alalım, pozisyonu tekrar izleyelim, gözlerindeki nefreti görelim ve kaldığımız ana geri dönelim...


11 Mayıs 2012

Sizin havanız güzel olsun...

Yazmak istiyorum aslında, birçok konu/yorum var aklımda.
Ama ruh halim biraz havalara benziyor buaralar. Bir gün neşeli, kahkahalı ertesi gün sinirden tepinen bir moddayım.
Bu "aşırı çalışma" hali bana bile iyi gelmedi galiba. Şu tatil zamanı gelse de gitsek bir an önce...
Tatile gitmeden alsam ya şu Canon'u. Bu yıl kendime hediyem olsun...

17 Nisan 2012

Diş perisi bana da gelsene

Yaşım 35 olabilir. Bu bana diş perisinin gelmesine engel midir?
Ağzımdaki son süt dişim de beni Cumartesi gecesi terketti. Oysa ben seviyordum onu.
Birdenbire ne oldu bilmem, sallandı, tuttum ve gitti.
Şimdi çağırsam israr etsem gelir mi şu diş perisi? Yaştan dolayı baştan mı kaybettim yoksa?
Hadi be diş perisi, birkaç konu var seninle görüşmek istediğim...


http://zakkalife.blogspot.com/2009/08/tooth-fairy-pillow.html

16 Nisan 2012

Sosyal Medya Dediğin...



kim yazdıysa bravo valla!

12 Mart 2012

Rahmetli Hamsi

Aslında bu tam twitterlık bir konu zira iyi bir twitter okuyucusu olmama rağmen kötü bir yazıcıyım. en iyisi bloga yazıyım...
Geçtiğimiz günlerde eve yeni gelen üyeden bahsetmiştim "prens" adındaki japon balığımız. Ancak prensin adı ilerleyen günlerde değişti ve "hamsi" oldu. Hamsi son birkaç haftadır bizimle neredeyse el bebek gül bebek yaşıyor; Rita ve Demir'in gazabından bir şekilde kendini koruyordu. Demir onu çatlatmamak için az az mama veriyor arada fanusuna vurup adrenalin salgılatıyordu. Rita'nın elini bir gün fanusun içinde yakalamıştım ancak birşey yapmaya vakit bulamamıştı.

Derken bu sabah aldığım bir telefonla şaşırdım. Bizimkilerin darbelerinden kendini koruyan Hamsi kaderine yenik düşmüş, akşam sapasağlam olduğu halde bu sabah ölü bulunmuş. Ev halkı durumu Demir'den saklamış ancak Demir olayı çözmüş.. Bunun üzerine babası da Demir'e Hamsi'yi benim doktora götürdüğümü söylemiş...

Bu durumda babasından ilk pembe yalanı duydu, bu durumda benden de ilk pembe yalanı görecek. Çünkü eve yeni bir Hamsi gelecek...

Şimdi sorararım size ey dostlar, 2,5 yaşındaki kuzuya Hamsi'nin cennette olduğunu mu anlatmalı yoksa bizim yaptığımız gibi Hamsi'ler öldükçe yeni Hamsi'leri fanusa mı atmalı?


http://www.goldfishcareinformation.com/2011/09/goldfish-care-types-of-goldfish-diseases.html

8 Mart 2012

Kadınlar günü

Akşam yatmadan önce her yeri tekrar kontrol ettiniz mi?
Biri yerde biri koltuğun üstünde duran çorapları, odanın her yanına saçılmış oyuncakları topladınız mı?
Kapıya süt, ekmek yazıp kapıyı kitlediniz mi?
Mis kokulu odaya gidip yorganını iyice sıkıştırdınız mı yatağının kenarına?
Kediye mamasını verip sabahki planları yaptınız mı aklınızda?
Evde en erken kalkan siz misiniz yine?
Çıt çıkarmadan kimse uyanmasın diye hazırlanıp çıktınız mı evden sabahın köründe?
Radyodaki kadın cinayetlerini dinlerken ürperdi mi içiniz yine, doldu mu gözleriniz?
Trafikte o saatte bile densiz adamların aptal bakışlarına maruz kaldınız mı?
Saçınızı başınızı toparlayıp, makyajın en düzgününü yapıp oturdunuz mu masanıza?
Başladınız mı yine her türlü zorluğa bugün de göğüs germeye...
Ve masanıza gelen küçük bir çiçekle geldi mi bir gülümseme yüzünüze?
Günümüz de gerçek anlamda kutlu olur belki bir gün...

 Ve işte bugün gelen en anlamlı mail:


Almanya ve İsveç’te doğum sonrası ücretli izin süresi 47, Norveç’te 44, Yunanistan’da 34 hafta. Türkiye’de ise bu süre sadece 16 hafta.


Kadınların yüzde 41.9’u şiddet görüyor ve yüzde 48’i bunu kimseye söyleyemiyor. çalışan kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayan kadınların 41.1’i şiddet mağduru. en az bir kez hamile kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında dayak yiyor.



Türkiye’de 21 milyon sürücünün dört milyona yakını kadın. ‘trafikte taciz öldürüyordu’, ‘trafikte taciz korkusu’ başlıkları, gazetelerin üçüncü sayfalarının değişmezi. anketlere göre bir kadın sürücü, hayatı boyunca en az beş kez trafikte ciddi manada tacize uğruyor


100 kadından 62’si işgücüne katılmama sebebini ‘ev kadını’ olmasına bağlıyor. ev kadınlarına isteğe bağlı sigortalılık olanağı sağlanıyor ama primlerin yüksekliği ve eşe bağımlılık yüzünden sigorta yaptıramıyorlar.


2006 yılında yapılan araştırmaya göre 2000-2005 yılları arasında bin 190 genç kız ve kadın töre cinayetine kurban gitti. her yıl yaklaşık 200’ü aşkın kadınımız töre cinayetine kurban gidiyor. aile tarafından öldürülmeyen ama kendini öldürmeye zorlanan vakalar ise kayıtlara töre cinayeti değil intihar olarak geçiyor.


 Türkiye’deki her üç evlilikten biri zorla ya da erken evlilik. bazı yörelerde evlilik yaşı 12’ye kadar iniyor.



Türkiye’de 4 milyona yakın kadın okuma yazma bilmiyor. 6-24 yaş grubunda okuma yazma bilmeyen 220 bin kadın var. ilköğretimde kız çocuklarının okula gitme oranının en düşük olduğu iller şöyle sıralanıyor: bitlis yüzde 84.27, van yüzde 84.57, hakkari yüzde 85.05.


Türkiye’de çok eşli evlilik oranı resmi olmayan rakamlara göre ortalama yüzde 10. ancak, güneydoğu anadolu ve doğu anadolu’da bu oran çok daha yüksek. diyanet işleri başkanlığı’nın açık bir şekilde çok eşliliğin karşısında tutum almış olmasına rağmen, dini gerekçeler ve aşiret yapısı çok eşliliğe zemin hazırlıyor.


Bazen bir sokak köşesi, bazen bir otobüs, bazen bir işyeri; kadınların hepsi, hayatında en az bir kez mutlaka tacize uğruyor. çoğu bunu her gün yaşıyor. buna rağmen, sadece çok küçük bir bölümü şikayetçi oluyor. çünkü, ülkemizde tacize uğrayan kadının kuyruk salladığı fikri hakim olduğu için, şikayetçi olan kadın da yetkililerin tacizine uğrayabiliyor.



Reklam kampanyalarında estetiğe gönderme yapmak için kullanılan ana tema genellikle kadın. kadın estetiğinin kullanılma sınırı ile meta olarak kullanılma sınırı arasındaki bıçak sırtı denge çoğu zaman tartışma konusu.



Türkiye’deki kreş ve gündüz bakımevlerinin sayısı sadece bin 615. çocuklarını emanet edecek kurum bulamayan kadınlar, ev kadınlığına mecbur kalıyor.

29 Şubat 2012

Uykusu yok...

Sana yazmazsam olmaz bir dialogdu bu blog:
Demir'i yatağına yatırdım, öptüm, kokladım.
Tam gidiyordum ki seslendi:
Anne benim uykum yok, teşekkürler...

Küllerinden doğmak var mı gerçekten?

Sürekli uyumayı istemek.
Evdeyken işi, işteyken evi düşünmek.
Kimseyle konuşmak istememek.
Lana Del Rey-Moby-Robert Miles arasında anlamsız geçişlerle müzik dinlemek.
Söylenen her lafa alınmak.
Gelen her maile söylenmek.
Durumun farkında olmak.
Son iki günde tüm bunları üstüste yaşamak.
Yorulmak mıdır bunalmak mı?
Tedavi mi iyidir dinlenmek mi?
Sağlıklı olduğumuz için dua ediyorum, hasta olan, hasataya bakan herkes için de.
Yani içimde aslında bir ışık yanıyor ama kolum kanadım kalkmıyor.
Gözkapaklarım ağır geliyor, gözlerim fazla nemli.
Karar vermekte zorlanıyorum, uygulamaya geçirmekte de
Hayal edemiyorum, ettiklerimi nasılsa yapamıyorum diye...
Zor, benim durumumdan çok çok çok daha zor durumda olanlar var, haksızlık etmemeliyim biliyorum. Hatta benim durumum diye birşey bile yok, biliyorum. Sadece dipteyim iki gündür.
Küllerimden doğardım ya eskiden, doğamayacağım gibi geliyor.
Bu beni tüketiyor...


27 Şubat 2012

Küçük kayakçı

Hamile olduğumu söyledikten 1 saat sonra, düşünce aklına yerleşince demişti "kaymayı ben öğreteceğim. önce yürüsün sonra kaydıracağım..." Ve oldu, çok da güzel oldu. Haftasonu Kartepe'nin en küçük kayakçısıydı Dem.ir herhalde. 2,5 yaşında tattı bu keyfi... O koca ayakkabıyı çıkarmadı kaç saat ayaklarından, hiç koşmadı ortalıkta, dikkatli yürümek uğruna. Herkese laf anlattı, ben kayıyorum dedi... Kah dedesinin yanından kaydı, kah önünden, arkasından ama becerdi.
İkinci gün babasıyla kayarken biraz arıza yaptı elbette, pistin kenarında duran "kardamadam" da onlara aitti. Ama sonrasında yine kaydı, teleski'ye bindi, indi...
Pistteki hemen herkes durdu, baktı, sevdi. Daha da keyiflendi.
Daha çok kar yağsa ya biz de Sapanca'ya gitsek yaza kadar her haftasonu...
Çok güzel bir haftasonuydu bu, çabuk bitti...


Yüzündeki mutluluk, gurur... ya bizimki?

24 Şubat 2012

Kazan kafa

Bu hafta kafam kazana döndü.
Gelecek haftadan itibaren ve Mayıs sonuna kadar olan dönemde kazandan büyük ne varsa ona dönecek kafam. İmdat desem sesimi duyan olur mu acaba?
Eskiden sanki daha coşkulu çalışırdım ben doping lazım; ne yapsam ki?

21 Şubat 2012

Kafam karışık bu aralar blog

En çok ne hoşuma gidiyor biliyor musun blog? İstekleri doğrultusunda hayatını değiştirebilecek güce sahip insanlar. Yani mesala bankacıyken pastacı olmaya, İstabul'da yaşarken küçük kasabaya yerleşmeye karar veren insanoğlu.
Eskiden ben de bilirdim bunu yapabileceğimi, şimdi değil o gücü bulmak; düşünmek bile zorluyor beni. Eskiden herşeye maksimum hızda karar verebilirken şimdi niye bu kadar uzun düşünmek zorundayım? Ne biçim yay burcuyum ben blog? Yoksa hakikaten akrep miyim? Kafam karışık bu aralar blog...

15 Şubat 2012

Demir, Rita ve Prens

Evde bir çocuk ve bir kedi yeterince heyecan yaratıyordu. Demir'in Rita'yı sevmeye; Rita'nın Demir'i uzak tutmaya; annenin/babanın hem Demir'e Rita'dan uzak durmayı öğretmeye hem de sevmesini sağlamaya çalışması da...
Dün yeni bir canlı daha katıldı aramıza. Bir japon balığı. Demir "Prens" adını verdi balığa. Dün akşamdan beri Prensi hem Demir'in hem Rita'nın gazabından korumaya hem birbirlerini sevmeye ve anlamaya çalışmasını sağlamaya çabalıyoruz/m. Ama bu seferki Bermuda şeytan üçgenine baba da katıldı malesef. O stres altında herkesin canını korumaya çabalıyor..
Sabah ben evden çıkarken, baba balığı yatak odasına kapatıp, Rita'ya psikolojik tedavi uygulayarak Demir'le oyun oynamaya çalışıyordu. Balık kavanozun içinde deli gibi dönüyor, Rita avaz avaz bağırıyor, Demir de zıp zıp zıplıyordu.

13 Şubat 2012

Ucuz kurtarmaktır bunun adı

Bugün sabah işe gelirken önümdeki tırdan üzerime kalas düştü!
Kalas üzerime gelirken saliseler içinde hafif sola kırmayı düşündüm ve başardım.
Kalas arabanın sağında yarıklar açarak arkaya uçtu.
Arkadaki arabalara bakmayı aklıma bile getirmemişim ya da baktım ve hatırlamıyorum.
Tır şoförü yoluna devam etti, ya farketmedi ya önemsemedi.
Elim ayağım titredi, ödüm hakikaten koptu.
Zaman geçtikçe aklıma daha beter senaryolar geliyor, kendi kendimi yeniden korkutuyorum.
Bunun Türkçede tek bir karşılığı var ki o da şudur:
Verilmiş sadakamız varmış...

Dualarım Gamze Anneye

Okuyamıyorum, sonuna kadar yazılanları okuyunca içim katılıyor.
Ama bu kadar insanın çabasıyla, iliğiyle, kanıyla, duasıyla yaşayacak Gamze Anne. Atakan'ının en güzel günlerinde yanında olacak...
Gamze anne de diğer tüm hastalık sahipleri de iyileşir umarım en kısa zamanda. Bir daha hiç hasta olmamak üzere...

http://gamzeakbas.blogspot.com/

7 Şubat 2012

Yağabilirsin kar, bu sefer hazırım...

Valla bu sefer karı ciddi ciddi bekliyorum. Ama öyle az yağıp da trafiği rezil ettiğiyle klmasın. Lapa lapa, koca koca yağsın. Evden çıkamayalım, yollara düşemeyelim. Sokakta da kimse kalmasın, belediye çılgın gibi çalışıp herkesi sıcağa soksun. Apartman kapıları açılsın bütün hayvanlar sıcak apartmanlara doluşsun, her apartmanın kapısına yemek kapları konulsun.
Tam 2 gün yağsın!
Biz de eve yerleşelim. Arada oturup çay kahve içelim.
Camın önünde karı seyredelim. Aşağı inip kartopu oynayalım.
Evet ya, geçen sefer hiç istememiştim tam taşınırken yağacak diye. Ama şimdi taşındık, yağabilir bol bol. Bekliyorum.

3 Şubat 2012

Ruh halim

Dün gece oturdum ağladım bir güzel. Önce De.ni.z sorumun yanıtını duymak istediğim şekilde vermedi diye.
Sonra yine ağladım D.emir.in ayakları uyurken ne kadar güzel görünüyor diye.
Sonra uyuyamadım, taşınmak kabus gibi çöktü üzerime.
Ri.t.a tırmaladı kapıları etraftaki kolilerden, düzeninin bozulmasından rahatsız, mutsuz, huzursuz. O kapıları tırmaladıkça sinirlerim iyice bozuldu.
Berbat bir gece geçirdim, sabah güneş yeni doğmuştu ki Dem.i.r annee geell dedi. Annem evdeydi, o gidip aldı D.emiri odasından; öpücük sesleri bizim odaya kadar geldi. Yine ağlamak istedim, ağlamadım.
Yataktan kalkmaya çalıştım, sırtım tutulmuş. Kıvranarak kalktım, Dem.mi.r geldi yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. Güldüm. Öptüm. Sarıldım. Şükrettim... Kalktım.
Darmadağın eski evde nenneyi; bomboş yeni evde annemle Yeter'i işlerle başbaşa bırakıp ofise geldim.
Canım çalışmak istemiyor bugün, aklımda birbirini kovalayan onlarca düşünce...

2 Şubat 2012

Taşınma zamanı

2012'yi planlarken aklımca, hiç hiç aklıma gelmeyen bir konuyla başladım yıla!
Taşındığımız ilk günden beri delicesine sevdiğim, satınalıp dekore etme hayalleri kurduğum evimiz bize feci kazık attı!
Biliyorum ki bizim mahallede hangi apartmana yapılırsa yapılsın betonunda deniz kumu, demirinde pas, bodrumunda rutubet vardır. Ama üniversiteden yetkililer gelmişken, raporu gözümüze sokmuşken, bile bile oturmak? Olmadı işte, uymadı.
Haftasonları yine emlakçıda, telefonlar tüm memlekette, kafalar havada ev aradık durduk. Ve sonunda bulduk, şimdi Cumartesi gününe taşınma işleri. Bu karda kışta ve daha beteri buzda ev taşıyacağız.
Canım evimden buruk ayrılıyorum ne yalan söyleyeyim... Oğlumun doğduğu evimden. Hayatımızın değiştiği evden... Ama umarım yeni evde çok mutlu günlerimiz olur yine, yeni evimizi de çok severiz ve bize şans getirir o da..

Hadi bize kolay gelsin...



 http://gkrcorp.com/moving-helpful-hints

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails
 
Copyright 2009 mynameismelis