31 Aralık 2010

Düşün Taşın

Dün bir kişilik testi yaptım. Doğru yönleri vardı kabul ediyorum ama kendimle hiç özdeşleştiremediklerim de çıktı. Başta “yok canıııım, ne alakası var” desem de ara ara aklıma takılıyor. Öyle miyim ben gerçekten?

Bu yılbaşını Demir’den ayrı geçireceğiz. O babannesinde kalacak ve muhtemelen saat 12’de arka tarafında pireler uçuşuyor olacak. Ama içim nedense bir tuhaf; sanki onu özel bir gecede yalnız brakacakmışım gibi... Yahu ben böyle olmayacaktım hani, neden böyle oldu?

Hergün aklıma yeni işkolları geliyor. Aklımda “acaba öyle bir yer açsam mı? Acaba şu işi yapan var mıdır?” soruları takılı. E ben işimden gücümden memnunum, nedir bu? Bir de bilinçaltı testi mi yapmak lazım ki?

28 Aralık 2010

Rileks beybi!

İşimin en keyifli anı ne biliyor musun blog? Organizasyonun ertesi günü. Gelip bilgisayarımı açıp, yavaş yavaş güne başlama zamanı. Sırtıma diğer yükler binmeden önceki son rahat saatlerim...
Bugün bir oh diyeyim; yarın yine koşarım!

24 Aralık 2010

Muhasebe


Her yılın arkasından bakakalırım ben, bu kadar çabuk mu geçer koca yıl diye! Aslında çok faal bir yıldı benim için, sosyal hayatıma bakmazsam elbette.
“Mutlaka yaparım”lar, “bu sene değişeceğim”ler, yine olmadı...
“Rejim yaparım, spora giderim, bakımlı olurum”lara değinmiyorum bile.
“Çocukla da gezilir, gerekirse evde bırakılır, hayat devam eder”leri hoop dedim yuttum.
“Evde değişiklik yaparım, yemekler düzenlerim eşe dosta”lara hiiç girmeyelim.
“Dernekte gönüllü olmalıyım, birilerinin elinden tutmalıyım”lar bile boşa gitti...
Ama bu yılı 3 kişiydik ya, işte oydu bu yılı diğerlerinden çok farklı kategoriye sokan... Demir’le 2010’un tadını çıkardım. İlk diş, ilk adım, yürüme, ilk kelime, ilk tatil, ilk öpücük, ilk hastalık ve daha bir çook “ilk” sığdırdı o 2010’a.
Ve 20 yıllık özlem bitti bu yıl, yüzlerce kilometreden bir kaç sokak öteye geldi annemler.
5,5 yıllık geçmişi terkettim; iş değiştirdim, aslında biliyorum ki çok iyi yaptım ama bazen de hata gibi hissediyorum. Hala emin değilim, 2011’e sarkar bunun değerlendirilmesi...

Gelelim 2011’e.
Yine aynılarını yazıyorum listeye 2011 için;
İlk satıra Demir geliyor tabii, o ve onunla ilgili herşey 2011’de de 1 numara.
Sonra ikinci sıraya düşen babası...
Huyumu değiştireceğim; işi eve getirmeden bir yaşam, her şeyi dert edinmeyen bir insan, stressiz hayat; evettt!
Spor, rejim, bakım, göbeğe veda; mutlaka. (İki önemli düğün var, bu maddeyi ciddiye almalıyım!)
Bu yıl eve de vakit ayırmalı, en azından iki yıldır duvarda asılı resimleri çerçeveletsem 2011’de? (küçük hedeflerle başlamalı olaya)
Ev halkına daha iyi bakmalı, daha güzel yemekler, temiz pak ev...
Sinema, tiyatro, konserler geri gelmeli yaşamımıza...
2-3 günlük gezileri de bulundursam listede fena olmaz aslında!
Bir de kursa gitsem, vakit ayırmalı kendime azıcık... fotoğraf kursu mesela?!
Hatta listeye daha tutarlı bir blogger olmayı da eklemeliyim, daha sık yazmalı...

22 Kasım 2010

Bir yaş daha büyüdüm, oh olsun

Benim bir önerim var.
İnsanlar doğumgünlerinde izinli sayılsın. Kafa izni. Böylece;
• Kahvaltısını evde yapsın, kahvesini bomboş cafelerde gazete okuyarak içsin.
• Arayanlarla keyifli keyifli, uzun uzadıya konuşsun.
• Öğle yemeğini kendine hediye almak için gittiği alışveriş merkezinde yavaş yavaş yesin.
• Hediyesine sevine sevine eve dönsün, çoluğu çocuğuyla oyun oynasın, yesin bitirsin.
• O uyuyunca tatlı yemek için yine boş cafelere gitsin; arkadaşıyla buluşup iki lafın belini kırsın.
• Arkadaşı ona minik bir hediye versin.
• Sevine sevine eve gitsin.
• Akşam yemeği için güzeel bir yemek onu beklesin.
• Çoluk çombalak uyuyunca da kocasıyla bir yere gidip birşeyler içsin. E arkadaşları da gelsin, gece uzasın.
Bir fikrim daha oldu. Doğumgününden bir sonraki gün de insanlar izinli sayılsın.

27 Ekim 2010

Markadan soğutan durumlar

Baştan beri çözemediğim reklam stratejilerinde gittikçe daha ilginç adımlar atmaya başladılar. Neden bu kadar itici işler yapıyorlar? Reklamın iyisi-kötüsü durumu mu var acaba?
Mağazaya adım atmaya korkuyorum karşıma parmağını sallaya sallaya “yaıvrıııımm” diye bağıran bir adam çıkar diye!

21 Ekim 2010

Dilini eşek arısı soksun!


2010 yılının sonundayız.
Yıllardır bilgisayar ve internet kullanıyoruz.
Allah aşkına e-mail adresi verirken “Türkçe karakter yok ve hepsi küçük harfli” deme insanoğlu!


20 Ekim 2010

Fikrim Geldi

Bana bir kıpırtı geldi bu aralar. Bir haller oldu. Girişimci ruhum coştu.
Yoğun olunca mı böyle oluyorum, evi özleyince mi bilmiyorum.
Ama gözüm döndü valla, aklımda çılgın fikirler var.
Geçen hafta bir arkadaşımdan aldığım kıvılcımla coştum, araştırma içindeyim(z). Açıklama yapamam, ısrar etmeyin!
Yetmedi, hergün uğrayıp kahvaltımı aldığım pastanenin sahibine “ortaklık” teklif ettim!
Yeni iş yaratasım, şirket kurasım geldi.
Eylemlerimin devam etmesinden korkuyorum.
Biri bana “dur!” desin.

19 Ekim 2010

Bir bakış bir bakışa...

Yeni trendi açıklıyorum: GÖZ












İlan mı hazırlaman gerek, bul bir göz.



 
 
 
 
 
 
 
 
 
İrisini, retinasını, kirpiğini neyini bulursan kullan...








30 Eylül 2010

İstemiyormuşum ki...

Evet, evet. Sağol arkadaşım. Meğer duymak istediğim buymuş. İki gündür kendimi yemekten bu cümle sayesinde vazgeçtim. Niye patron olmak istemediğimi anladım. Şimdi daha neşeli çalışıyorum. Oh, bak yine rahatladım...

24 Eylül 2010

Yazdım, rahatladım

Bugün hırsımın tükendiği gün.

Canımın ev kadını olmak istediği gün. Demir’le oturup bir saat umarsızca tren oynanamak istediğim gün. Uğraştığım problemin çerçeveye yerleştireceğim fotoğrafa karar verememek olmasını istiyorum bugün. Akşam yemeğe ne pişirsem diye düşünmek istediğim, yemekten sonra yürüyüşe çıkmak istediğim gün. Çay saatinde nilly’le geyik yapmak istediğim, Demir’e sahilde kuşları göstermek istediğim gün. Kuaföre gidip manasızca fön çektirmek istediğim, caddenin en boş saatlerinde mağazalara girip çıkmak istediğim gün, işte bugün!

Canım rapor yapmak istemiyor, telefonla konuşmak, pazarlık yapmak da istemiyor. Yaptığım işleri açıklamak, yapacaklarımı sıralamak da istemiyor. Bilgisayar karşısında oturup gelen maillere cevap yazmak da istemiyor. Cart hanım, curt bey diye devlet meselesi haline getirdiğim işlerianlatmak da istemiyor.

Canım söylenmek istiyor bugün.
Olmayan iznime söyleniyorum.
Olsa bile istediğim anda kullanamayacağıma söyleniyorum.
Benim olmayan şirkete söyleniyorum.
Kendi şirketimi kurma becerisine/parasına sahip olmadığıma söyleniyorum.
Yıllardır uğraştığım halde hala böyle düşünebilmeme söyleniyorum.
Bugün Cuma ama haftasonumun iş dolu olmasına söyleniyorum.
Yazın bitmesine söyleniyorum.
Kendime söyleniyorum, uçan kuşa da söyleniyorum.

Oh be, yazmak iyi geldi.


22 Eylül 2010

Bu da insan mı? Değil!

Kimseye beddua etmek istemem ama...
Hakediyor!!!
Allah bildiği gibi yapsın!
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/15839925.asp?gid=373

15 Eylül 2010

Mızık Minik adam

Minik adam hasta, kafasını kaldıramıyor, bir lokma yemek yemiyor, mızık mızık, kucaktan inmek bile zor geliyor, yürümeye mecali yok. Ama anne yanında yok! Ah be ah! Hastayken mızıklamasını çekmeyeceksem nerde kaldı cefakâr annelik...


Yıllardır biriken izinlerimi bırakıp dımdızlak vaziyette yeni işe başladığıma ve hatta çalıştığıma böyle günlerde çok üzülüyorum işte!

7 Eylül 2010

Güle güle...

Boğazımda bir düğüm var; yutkunuyorum geçmiyor birtürlü iki gündür. Küçücük bir kız çocuğu, uğraştı, çabaladı; ailesi çok çırpındı; olmadı. Tanrı onu da yanına aldı...
Nehir, Can ve adını bilmediğim niceleri...
Yerlerinde mutlu olsunlar, çocukluklarının tadını meleklerin yanında çıkarsınlar, artık hep gülsünler, oynasınlar...

2 Eylül 2010

Kuruttu beni!

İçim kurudu içim.
Enerjim gitti. Tüketti beni.
CRM alanında çalışıp da bu kadar "bitik" olmaz ki insan. Gidip evinde yatıp uyusa, ya da facebook profilindeki fotoğrafları saat başı değiştirse ya; müşteri adaylarına gidip iç kurutacağına.
Evlerden ırak valla. Randevu verirken sesten şüpheleniyorsanız içgüdülerinize kulak verin. Kulak verin de tükenmeyin...

19 Ağustos 2010

Öylesine

Günler nasıl çabuk geçiyor böyle.

Yeni eve taşınalı 1,5 yıl, Demir doğalı 1 yılı, yeni işe başlayalı 1 ayı geçti. Hergün birbirinin aynısı mı yoksa her şey artık çok mu farklı bilemiyorum.

Eve çoktaan alıştım, Demir’li hayata da. İşe bile alıştım aslında ama arada tekliyorum hala. “Ne işim var burada” bile oluyor ama neyse ki çoğu zaman “iyi ki gelmişim...”

Yaşlandım mı acaba diye düşünüyorum bu aralar; alışkanlıklarım oluşmuş ben farkında olmadan. Rutinlerim olmuş ve ben onlara, anlamadan, sadık kalmışım. Kurallarım oluşmuş. Oysa böyle değildim ben eskiden; “yeni”ler daha çok cezbederdi beni.

Neden yazıyorum bu postu o da belli değil. Canım birşeyler yazmak istedi sadece, uzun süredir yazmıyordum. Oysa eleştirecek bir sürü reklam-olay-insan var hala hayatta. Blogumun amacı yani (!)

Aa bir de tarihime önemli not düşeyim bu postta:

Bugün Aras doğdu. Demir’le Aras da babaları gibi iyi arkadaş olurlar umarım, hayat boyu...
Bir önemli olay daha olacak bu akşam ama onu sonra yazacağım... Sürpriz bozulmasın :P

26 Temmuz 2010

Anının arsızı ve pembe tel zımba

Öyle dedi OİP "arsız anılar çıkar bir anda". Çıktı valla. Bugün saçma sapan bir anda, saçma sapan bir şekilde fıırrttt diye çıktı. Pembe tel zımbamın kulaklarını çınlattım bu sabah. 5,5 sene aynı masayı paylaştık onunla. Az kahrımı çekmedi zavallı. Ama severdim keratayı, az evrak geçmedi elimizden... Ayrılmadık hiç. İnsanın kendini bile kaybettiği fuarlardan dahi sağasalim getirmiştim ben onu. Tüm tehditlerden korumuştum. Sahi niye almadım ki ben onu yanıma giderken? Şirket malı diye herhalde. E parasını verseydim de alsaydım keşke yahu. Arkadaşlık ederdi şu yeni masamda bana. Kıymetini bilse bari yeni sahibi. Ara ara uyuzluk gelse de üstüne, hassas alettir o. Kibardır; öyle 10 kağıt koyarsan üstüste zımbalamaz. 5 - 6'dır maksimum tercihi. Onu da beğenecek, öyle her kağıdı sevmez; alıngandır, inatçıdır. Canı istemiyorsa yapmaz, strese gelmez...
Oturup pembe zımbam hakkında bu kadar düşündüğüme hatta yazdığıma inanamıyorum. Boş vaktim miş var ne?

22 Temmuz 2010

1 koca muhteşem yıl

Canım oğlum, bebeğim, yaşamımdaki en muhteşem varlık, en güzel amacım, canım,

Bugün senin doğumgünün. Tam bir yıl oldu hayata gözlerini açalı. Hayatımızın değiştiği o günün üzerinden tam bir yıl geçti. Bir koca, muhteşem yıl.

Nasıl geçti, sen nasıl bu kadar çabuk büyüdün, ne zaman hayatımın amacı oldun, yaşamamın en güzel sebebi oldun bilmiyorum. Bu kadar derin bir sevgi nasıl oluştu bir yılda, anlayamıyorum. Ama bu kadar güzel bir duyguyu yaşadığım, hem de doya doya yaşayabildiğim için hergün şükrediyorum.

Seni ilk görüşümü, ilk ağlayışını duyuşumu, ilk kucağıma alışımı şu an gibi hatırlıyorum. Gözlerini hayata açtığın günden beri beni hiç üzmedin. Uykusuz gecelerim, yorgunluktan tükenmişliğim oldu tabii ama senin bir gülüşün yetti bulutların dağılmasına. Hasta olmadın, huysuzluk yapmadın, çok ağlamadın. Mutlu bir bebek oldun, bizi de çok mutlu bir anne-baba yaptın.

Her gün yeni birşeyler öğrendin. Senin gelişimizi izlemek, her gün başka bir süprizinle karşılaşmak öyle güzeldi ki... İlk bilinçli gülümsemen, ilk alkışın, ilk “gel” sözcüğün, ilk dişin, ilk emeklemen her anın ayrı güzeldi. Hayatım boyunca hiç bir anını unutmayacağıma emin olduğum muhteşem bir yıl yaşattın bana.

Hayatımızın değeri arttı seninle. Hayat amacımız, bakışımız, yaşamımız değişti. En güzel yerine oturttuk seni yaşamımızın. Senin için en iyisini yapmaya çalışıyoruz, en doğru bildiklerimizi sana anlatmaya çalışıyoruz.

Bundan sonra da yine en iyi bildiklerimizi sana anlatmaya çalışacağız; kendi yolunu çizerken yanında olsun bizim tecrübelerimiz diye. Düşe kalka öğreneceksin biliyorum sen de hayatı. Düşersen yanında olup kaldırmaya çalışacağız seni, başarılı olduğunda en çok biz gurur duyacağız seninle hayat boyu.

Canım bebeğim,

Devirdik işte bir koca yılı beraber. Daha nice yıllar, koca bir ömür geçirmek istiyorum seninle. Büyüdüğünü, kocaman adam olduğunu, baba olduğun günü görmek istiyorum. Senin her gününü doya doya yaşamak, hayatın keyfini seninle almak istiyorum.

Sana öncelikle sağlıklı ve mutlu bir hayat, başarı, huzur, bol şans ve para diliyorum. Hayattaki tüm amaçlarını gerçekleştirmeni; doğru, dürüst, çalışkan, seven ve sevilen bir insan olmanı çok istiyorum.

Doğum günün kutlu olsun küçük kuzum.

Seni çok seviyorum.

28 Haziran 2010

Son 3!

Bu da enteresan bir duyguymuş.
Gün geçirmek için, öylecee oturuyorum, abuk subuk işlerle vakit dolduruyorum! 













http://www.gettyimages.com/detail/86512388/Comstock-Images

24 Haziran 2010

Eda veda elveda

İşyerime yani. 5 buçuk yılımı geçirdiğim yere. Oğlumdan fazla gördüğüm ofise.

Alışığım aslında ben böyle gitmelere. Giderken çok azap da çekmem, toparlanır giderim. İlk birkaç gün şöyleydi, böyleydi derim içimden. Muhasebe yaparım; gidişimi haklı bulur, rahatlar ve önüme bakarım.

Yine gideceğim. Yine ilk birkaç günü aynı duygularla geçireceğim, eminim. Ama bu sefer çok uzun kaldım burada ya, alışkanlık oldu biraz galiba. Huzur da vardı aslında, e mutluydum da. Yetmiyor işte insanoğluna. Hep birşeyler arıyorsun, daha iyisi var mı, merak ediyorsun. Ya da ben ediyorum, başkasını bilmiyorum. Ama aradım, buldum ve gidiyorum.

Umarım daha güzel günler bekliyordur beni yeni durakta. Daha mutlu bir şirkettir, buradaki eksikler orada tamamdır.

Eh, artık buraya benden veda. Eşyalarımı toplamak, masamı boş görmek çok tuhaf gelse de doğru olanı yapıyorum, biliyorum.

Kısaca eda veda elveda...


23 Haziran 2010

O gün, bu gün

Bugün bizim "aile tarihimizde" çok önemli bir gün.
Babamla 21, annemle 14 yıl sonra aynı şehirde yaşamaya başlayacağımız gün bu gün.
Ohhh.

14 Haziran 2010

Nefes

Fragmanlarını seyrederken bile bir tuhaf oluyordum. Filmi seyretsem mi seyretmesem mi karar veremiyordum. Ve sonunda seyrettim.
Etkilendim hem de çok. Biliyordum böyle olacağımı. 3 gündür aralıksız onları, olanları düşünüyorum. “Mehmedin Kitabı”nı okuduğumda da aynen böyle olmuştu. Kitabı okurken hiç ağlayamamıştım; filmi izlerken de hiç ağlamadım.
Sadece kafama balyoz yemiş gibi oldum.
Günlerce gitmemişi aklımdan kitap diyeceğim ama hala hatırlıyorum; seneler geçmesine rağmen.
Film de öyle olacak, eminim.
Savaş var işte. Bildiğin savaş. Ne zaman, nasıl biter, kim bitirebilecek, bu kadar can yandı daha ne kadar can yanacak bilmiyorum.
Bitsin artık, sadece bitsin. Gencecik insanlar, kimle neyle neden savaştığını bilmeden ölmesin.

7 Haziran 2010

Eyy Sabiha Gökçen’de yer hizmeti veren insanlar!

Aklınızı başınıza toplayın!
Seyahat boyunca bebekleri oyalamak için kendini heba eden insan evladına biraz anlayış gösterin.
Bebek arabasını uçağa girişte teslime edip aynı yerde teslim almak istememizin mantığını çözmeye çalışın!
Bebek arabalarını “banttan alın!” uyarısıyla kucağında bebek, sırtınca çanta ile koooca havaalanını baştan başa yürüyen zavallı insanoğlunu bantta 45 dakika bekletmeyin.
Hele hele suratsız elemanlarınıza “biraz daha bekleyin, geleceeek!” hiç dedirtmeyin.
Ve aynı elemanlarınızı “şikayet dilekçesini nereye teslim edeceğim?” diye soran kişiye “bana verin” gibi saçma sapan da konuşturmayın.
Ne mi olur? Hiiiç.
Sadece bir dileğim olur: “Siz de bu halde bekleyesiniz inşallah!”
Ha bir de hatırladıkça saçlarım bile diken diken olur!

21 Mayıs 2010

Bağlantı


Ölmek kaderde var. Doğru.
Her canlı ölümü tadacak. Doğru.
O da, ben de, hepimiz öleceğiz. Doğru.
Ama ölenin arkasında kalanlar, acı çekenler var.
Acının paylaşılması, paylaştıkça azalması var.
Bilmek var, söylemek var, yorumlamak var.
Dil var, kulak var, beyin var. Üçünün arasında bağlantı kurmak, kurabilmek var.
Ne acı ki bağlantıyı kuramayanlar da var.


14 Mayıs 2010

Kırmayın bizi


Niye kırıyorsunuz yahu? Kırmayın bizi.
Bak şimdi, yine tonla para verilmiş, ajans çalışmış, kimbilir kimler ne kadar uğraşmış. Ama üzgünüm olmamış... Hem de slogan hatalı yahu alt metin bile değil.

11 Mayıs 2010

Rakı&Balık

Oh be! İçtim, rahat ettim. Yine yesem yine içerim.
Demir'i öğrendiğim andan itibaren ağzıma değmemişti. Doğumdan çook sonra çok keyiflendiğimde bir kadeh şarap içtim sadece. Ama anneler gününde oldu olan. İlk anneler günümün şerefine rakı-balık yaptık mis gibi. Oh be, özlemişim valla...
Bu arada Yeni Rakı'nın yeni ilan ailesine bayıldım, işte onlardan biri:

3 Mayıs 2010

Çocuk İstismarı


Günlerdir aklımdan çıkmıyor. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Mantığım almıyor, kafamın içinde yerleştiremiyorum. Üstelik çıkan rezaletlerin arkası da kesilmiyor, her gün yeni bir haber çıkıyor.
Yapanlara hayatımda etmediğim küfürleri ettim, göz yumanlara da, “olayı kapatmayı” uygun bulanlara da. Nasıl bir dünyada, nasıl bir ülkede yaşadığımızı sorguluyorum. Cezasız kalmamalı bunlar. Olayla ilgisi bulunan herkese çok ağır cezalar verilmeli bence.
Elimizden pek bir şey gelmiyor ama tepkimizi gösterelim bari. Tek tek yerine toplu ses çıksın, belki duyan olur...

30 Nisan 2010

Geliyor mu ne?

Tam 20 yıldır beklediğimiz günün gelmesine 2 ay kaldığına hala inanamıyorum. Çıt bile çıkarmadan 2 ayın da geçmesini bekliyorum...

29 Nisan 2010

Dönücem ben sana!

http://www.gettyimages.com/detail/98471719/Digital-Vision
Telefonu açıp da:
“Hanımefendi iyi güner, geçenlerde konuşmuştuk bana dönecektiniz, dönmediniz” diyen tüm insanoğlu!
Gün içinde birçok insan gibi ben de birçok insanla konuşuyorum. Firmanın adını söylemeden, kendi adını ve soyadını vermeden, konuştuğumuz konunun ne hakkında olduğunu belirtmeden neden hesap soruyorsun yahu? Deli misin?!

28 Nisan 2010

İlk Öpücük

Yanağa kondu...

22 Nisan 2010

Gelincikler soldu ve o gün bize bir güneş doğdu

Barış'tan Demir'e
http://www.barisbicakci.com/temp/deadfish_gsvobbgd.mp3

Bir elin 4 parmağıydık geçen yıla kadar. Herkes çok farklı, her anlamda. Farklılar daha mı güzel anlaşabiliyor, nedir bilmem…
2009’da en küçük parmak da eklendi bizim ele. Bizim evin bebeği, onların da bebeği oldu. Hemen her anını onlar da yaşadı, bizimle aynı tadı aldılar neredeyse. Demir en çok onları tanıdı, en baştan beri…
Ve 2009 onlara çok sevecekleri bir hediye verirken çok sevdiklerini aldı yanlarından. Gelincikler soldu üst üste hem de. Birinin acısını atlatamadan diğeri eklendi üstüne. Ve işte “güneş”in doğumu da tam o tarihlere denk düştü. Tanrı gelincikleri yanına alırken, güneşi teselli bıraktı onlara belki de…
İşte bu müzik onları, olanları anlatıyor, benim de taa içime işliyor…

20 Nisan 2010

İkna et beni hava!

Bahar gelsin artık. Sıcak olsun, yaz gelsin hatta.
T-shirtle çıkayım dışarı, balkon kapısı açık olsun.
Ofise kazakla gelmeyelim artık.
Sıcacık çay değil, buz gibi limonata cazip gelsin.
Hadi!!!

16 Nisan 2010

Kabus

Rüyamda ne çok ölü görüyorum ben yahu. Hep sevdiğim insanlar ölüyor. Ağlaya ağlaya uyanıyorum. Oh rüyaymış diyor, yatıyorum; kaldığım yerden devam!.. Çevremde öldüğünü görmediğim çok az insan kaldı. Artık ölü görmeyince şüphelenmeye başladım. Tamam anladım, “ömür katıyorum” gördüklerime de ağır gelmeye başladı artık bana da…

Hazır yaz geliyor, hava güzelleşiyor, içim kıpır kıpır olmak üzere. Ölümlere, cenazelere biraz ara versem ya. Nasıl bir bilinçaltı bu böyle!!!

12 Nisan 2010

Uzaklarda bir yerlerde

Ne düşünüyorsun kuzucum öyle uzaklara dalmış?

25 Mart 2010

Hayal dünyası

Şöyle bembeyaz bir ofisim olsa…
Yine bembeyaz bir mac’im. Ve ben o mac’i canavar gibi kullanabilsem
Masamda dev gibi nikon bir fotoğraf makinem olsa ve ben istediğim “an”ları yakalayabilsem hep
Ofiste dolaşan küçük oyuncu bir kedi ile salına salına gezen bir golden olsa
Ofisin önünde bakımlı kocaman bir bahçe ve bahçede mis kokulu çiçekler, meyve veren ağaçlar olsa
Bahçeden çıkınca hayata karışabilsem, alışveriş merkezleri de olsa küçük küçük dükkanlar da
Yan komşum nefis bir pastane olsa, akşamüstleri oradan mis kokulu kekler gelse, yesem
Kocaman bir dolap olsa içinde çeşit çeşit içecekler
Bütün gün keyifli keyifli çalışsam, arkadaşlarım da uğrasa arada bana
Ofiste enerjili insanlar olsa, güzel işler çıkarsak bu enerji ile
Telefon sadece 1 kere çalsa, arayan kişi stres yaratmasa boşuna
Sabahtan akşama kadar müzik çalsa tımbır tımbır
İstediğim saatte gelebilsem işe ve gidebilsem oğluma, canım öpmek istediğinde
Hatta işe getirebilsem onu bırakmaya kıyamadığım anlarda…

24 Mart 2010

21.30 mesaisi

Bu sefer mesaideki ben değilim. (Hoş ben bu mesai işini boşladım zaten ne zamandır!) THY’nin call center insanı mesaideki. 21.30’da hala çalışıyor, yazık üzüldüm tabii.

Ama bu o saatte beni aramasını gerektirmiyor. Ertesi günü bekleyebilir benimle konuşmak için. O saatte uyuyanı, işi olanı, hastası olanı, dizisinin önemli yerinde olanı var. 21.30 call center elemanı tarafından aranmak için kötü bir saat! Kızcağıza ayıp olmasın diye ters konuşmadım ama kayıtları dinleyenlere ısrarla ilettim: “ayıptır! Bu saatte insan böyle bir konu için rahatsız edilmez!!!”
Zaten verdiği haber de kötü bir haber. 16’daki uçuşu almışlar 21’e. Tam uyku saatinde biz havalarda… Harika!

5 Mart 2010

Uyuyan Melek

Barış amcamız hergün yeni bir süprizle çıkıyor karşımıza, bugünkü de www.picjoke.com



4 Mart 2010

Demir My Hero

Bir tıkla: Demir My Hero

N’oluyor yani?

Her ölümden sonra karar veririm, geri kalan hayatım stressiz geçirip, küçük şeylerle mutlu olacağım! Ve bu şekilde en fazla üç gün yaşayabilirim…
Her hasta ziyaretinden sonra, bize verilmiş en büyük hediyenin sağlık olduğunu anlarım. Ve insanın en çok sağlıklı olduğu için mutlu olması gerektiğini. En fazla bir gün bunu uygularım…
Özellikle doğumdan sonra her pazartesinin rejime başlama günü olduğunu düşünüyorum. Ve pazartesi öğleden sonra bu rejimin bana göre olmadığını...
Yeni sorunum ise şudur: Her akşam işten eve gittiğimde onlarca plan oluyor kafamda yapmak istediğim. Ve her gece Demir’i yatırma aktivitesi sırasında % 80’ini elemiş, ertesi güne bırakmış oluyorum. Kalan %20 ise “düzenli olarak” koltukta uyuyakaldığım için otomatik olarak ertesi güne devrediyor.
Kendimden endişelenmeye başladım.

3 Mart 2010

"mış gibi" insanı

Neden "mış gibi" yapmak zorunda hisseder bazısı?
Kibarmış gibi yapmak mesela...
Değilsin işte, emanet gibi duruyor kibarlık üzerinde!
Niye uğraşıyorsun? Rahat ol, barış kendinle
Normal ol, düz ol!

17 Şubat 2010

İlla ki

Kalın giyinince güneş açar
Ayakkabı giyince yağmur yağar
Demir uyuyunca üst kattaki temizliğe başlar
Yemeğe oturunca telefon çalar
Uykudan bayılıyorsam güzel film başlar
Nedir bu yahu?
Birisi benimle dalga mı geçiyor?


Ofis oyuncaklarım

9 Şubat 2010

Sokaktaki canlar

Bekir Coşkun'dan
Nasıl bir insan bilerek, isteyerek bir canlının canını acıtır, yavrusundan ayırır? Nasıl onu kullanır, yanına alır, sonra atar? Hiç mi içleri acımaz yapanların? Hiç mi empati yok? Canlı yahu, canlı bu! Senin, benim kadar nefes almaya, yaşamaya hakları var. Tek talihsizlikleri bu ülkede olmaları!
Geri kalmışlık işte burada da çıkıyor kocaman, yüksek bir duvar olarak. Hayvanlara gücü yetiyor bazılarının sadece. Onların canını acıtarak tatmin oluyorlar. Hayvanın gösterdiği derin sevgi fazla geliyor. Dayanamıyor, yok ediyorlar. Nasıl insanlık? Ne kadar cahillik, canilik!

28 Ocak 2010

Biraz dikkat



Onca para vermişler, ilan hazırlanmış: "çephe sistemleri"

Kim bilir kaç kişinin kontrolünden geçmiş: "serviste önemli"

27 Ocak 2010

TNT seyredin

Otobüs arakası için iyi fikir!
Fotoğraftan pek anlaşılmıyor aslında ama şöyle diyor:
"Dünyaca ünlü dizileri otobüsün arkasından değil, TNT'den takip edin."

26 Ocak 2010

İstiyorum ki

Ofise yakın bir starbucks olsun ya da herhangi başka bir kafe! gidelim oraya, pencere kenarına yerleşelim. Bir yandan karların erimesini seyredelim bir yandan mis gibi kahve içelim, ıvır zıvır birşeyler yiyelim. Öğle tatili bitince de koşup gelelim ofise. Evet, tam olarak bunu istiyorum!

12 Ocak 2010

Saysana Sen de



Ne oldum dememeli. Kesinlikle. Bu sabah kalktığımda içimden şu şarkıyı söylüyordum:
Haydi say, haydi say, saysana sen de,
Sen de say benimle, başla bir ile
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi,
Sekkizzz, dookuzz, onnnnn
Ne güzel de saydık, haydi bir dahaaa!!

6 Ocak 2010

Kuaförlerin anlaşması

Niye her kuaför diğer kuaförün yaptığı işi beceriksizce bulur? Aralarında böyle bir anlaşma mı var? Gelen saça “.ok” atma anlaşması. Fön çeken boyasını; boya yapan kesimini; kestiriyorsan saçının cinsini beğenmez! İllaki saçın çok hırpalanmıştır, küçük standa sattığı bakım kremlerinden kullanman gerekir. Bakım kremi almazsan bir dahaki gelişinde cilaya ihtiyacı vardır saçının. E saçın bu kadar olmuşken manikür de şarttır zaten. Manikür olurken pedikür de yapılır canım aynı zamanda.
Off be adam, yap saçımı da gideyim demek gelir hep içimden. Ama şuursuzca her eleştirisine cevap veririm kuaför amcaların. Neden ki?

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails
 
Copyright 2009 mynameismelis